SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Romanda Yeni Ufuklara Doğru

Romanda Yeni Ufuklara Doğru
M.Sadık Aslankara
(28.12.2017 YAZISIDIR.)

Özellikle 1970 sonlarında başlayıp 1980 sonlarına uzanarak enikonu biçimlenen, bu yönde ülkemizdeki bütün üretim alanlarını kaplayan yeni bir yazarlık algısının ortaya çıktığı öne sürülebilir kanımca.

Bu, bir açıdan şablonlaşma, kartonlaşma getirmiyor değil, ne var ki yeni bir algının, daha doğrusu, her şeyin değişebileceği kavrayışının oluşmasına, bunun gelişerek ileriye taşınmasına fırsat tanıyışına bakarak konuyla ilgili olumlu düşünmemek de elde değil aynı zamanda.

Ancak yalın bir gerçeğin kuşatması da sürüyor bu arada. Çünkü romanda yeni ufuklara doğru dörtnala gidildiği halde bütün bunlardan habersiz görünen, roman yazmayı, salt anlatmak bağlamında alıp bu alanda sanki hiçbir yenilik yaşanmıyorcasına zavallılık sergileyen, uygun adım yerinde sayış karabasanı eşliğinde, üstelik ben buyum diyen özürlülük tavrıyla tutumunda direnen bir roman cahilliği de varlığını alabildiğine koruyor edebiyat dünyamızda.

Yanılmıyorsam tam sırası, Melih Cevdet Anday’ın kırk yıl önce 1980’de söylediğini anmanın:

“Yüzyılımızda roman, şiire yaklaşmıştır, hadi söyleyelim, şiir mantığı ile yazılmaktadır. Başka bir deyişle, bu yeni romanlar kolay kolay anlatılamaz, ona varmak ancak onu okumakla olur, özetlenemez, kısaltılamaz. Şiirin özellikleri değil midir bunlar? Hangi şiiri, gerçek şiiri demek istiyorum, konuşma diline çevirebiliriz ki! Bir olaylar dizisi olmaktan gittikçe uzaklaştığı ortaya çıkıyor romanın. Öyle ki, bu yapıtı ne denli anlatmaya çalışırsanız çalışın, konuyu ne denli verirseniz verin, gene de karşınızdakine onu okumasını öğütlemek zorunda kalacaksınızdır. Çaresizliğinizden yapacaksınızdır bunu, çünkü başaramayacaksınız onu tanıtmayı. Anlatılan değil de, anlatış öne çıkmıştır da ondan.” (Melih Cevdet Anday; Suçumuz Edebiyat, Yayına Hazırlayan: Yalçın Armağan, Everest, 2017; 216, 217)

Melih Cevdet, konuyla ilgili görüşlerini, “Günceli küçümsüyorum sanmayın ama onu gereğince anlayabileceğimize pek güvenmiyorum,” diyerek de pekiştiriyor beri yandan. (223)

Şiir yazdığını düşünürken ortaya ancak manzume çıkarabilenlerin, bu yönde bir “yaratıcı roman” evreni kuramayacağı, söz konusu evrenle uyumlu karakterler yaratamayacağı çok açık. Böyle olunca romanda gerçeklik duygusu yerlerde geziniyor ne yazık ki. Yazar, gerçektenlik duygusunu yani sahiciliği bir türlü yerden kaldırıp yükseltemiyor çünkü.

Yaratıcı yazarlıktan söz ediliyor da “toptancı” havasında,  “yaratıcı romancılık”, “yaratıcı öykücülük” olgusu sanki bunun çok dışındaymışçasına tutum sergileniyor nedense edebiyat ortamlarında. Oysa yaratıcı yazarlıktan yaratıcı romancılığa geçiş, farklı bir eşik bağlamında alınabilir pekâlâ. Nedir o derseniz, tıpkı öykü çilingirliğinde olduğu gibi bir roman çilingirliğinden söz edilebilir bu anlamda.

Burada asıl üzerinde duracağımız olgu, Melih Cevdet’in vurguladığı doğrultuda, romanın da şiir mantığıyla yapılandırılıp örüntülendiği gerçeğiyle içlidışlı düşünce üretmeye girişmek olmalı.

Öyle ya, bugüne kadar biz romanın dayandığı dil-mantık yapısının hep “kapsayıcılık” olduğunu söylemiştik, dil-mantık yapısı kapsanıklık olan öyküyle karşıtlığı bağlamında. Oysa Melih Cevdet, farklı bir köşeden yaklaşarak romandaki mantığı daha da ileri taşıyıp âdeta bir “şiir mantığı” üzerine oturtup buna dayalı kuruyor türü…

Şiirdeki mantığın da kapsanıklık değil kendine özgü biçimde kapsayıcılık olduğu, olacağı bir an bile göz ardı edilmemeli. Böyle olmasa bizim romanda deneysel, fantastik, gerçeküstü, absürt, grotesk ne varsa bunlarla bağ kurmamız da alabildiğine güçleşirdi. Oysa tıpkı şiirde görüldüğünce, kendi mantık dizgesine yaslandıktan sonra bunların hiçbiri sorun oluşturmayacaktır.

Ancak yine unutulmamalı ki şiir mantığı, kendi ülkesinde kendi yasasıyla gezinmekten hiçbir zaman vazgeçmiyor. Örneğin romanı dilsel yapı anlamında şiir olarak yazamazsınız belki, ama şiir mantığına dayalı, bu mantıkla barışık, dıştan bakıldığında farklılığıyla kendisini hemen ortaya koyan bir roman yazabilirsiniz herhalde.

O halde roman edebiyatında eskisine göre değişmiş çok farklı bir şövalye olarak da alınabilir “Yeni Roman”. Günümüz edebiyat ortamında böyle de anılıyor zaten yeni anlatı türü. “Anlatı” derken biçemsel anlamda bunu genişletmekle birlikte yine de romanı kastediyorum elbette.

Evet, artık yeni bir romanımız var! Bu, “Eskisinin hükmü yoktur,”anlamına gelmiyor kuşkusuz.

Ne var ki yeni bir gerçeklik olarak benimseyeceğimiz, birlikte yaşayacağımız bu yeni kardeşle, üzerine daha nice yenileri de gelse birlikte yaşayacağımız unutulmamalı hiçbir zaman.

Yeni yılda da şiirsiz, romansız kalmamayı dileyerek vedalaşalım giden yılla, ne dersiniz…