ROMAN: Selim İleri; SIĞINAK

Taşrada Yalnızlık
Selim İleri

Kemal Bilbaşar’ın 1943 tarihli romanı Denizin Çağırışı bir başyapıttır. Türk romanında bir doruk. Geçen altmış yıl tek bir cümlesini eskitememiş. Her sayfasından derin acı, içsel sızılar fışkırıyor.

Ahmet Oktay, Denizin Çağırışı’nın Türk romanında “farklı bir kanal açtığını” belirtiyor.

Fethi Naci, kapsamlı eleştirisinde, “Üniversite yıllarımda, yani neredeyse yarım yüzyıl önce okuduğum Denizin Çağırışı, bende unutulmaz izler bırakmış bir romandır” der.

Bununla birlikte, Denizin Çağırışı hiçbir zaman hak ettiği ilgiyi göremedi. Fethi Naci’nin söylediği gibi, “talihsiz bir roman”. Ama ben, yıldızının bir gün parlayacağına hâlâ inanıyorum.

Romanı okumamı yıllar önce Behçet Necatigil önermişti. Yolun başında, öyküler, romanlar yazmaya çalışıyordum. Necatigil’in şiirine hayrandım. Sonra, tanışınca, kişiliğine büsbütün hayran olmuştum. Söylediği her söz benim için çok önemliydi. Necatigil’in kitaplığındaki, sayfaları sararmış Denizin Çağırışı’nı ödünç aldım ve okudum.

Yoksulluklar, kırık hayaller içinde büyümüş, hep ezilmiş kasaba öğretmeni büyük kent İzmir’de karşımıza çıkar bu romanda. Taşranın dar ufkundan kurtulmak istemekte, büyük kentin sözüm ona özgür yaşamasından bir şeyler ummaktadır.

Ama onu hep deniz çağırır, taşranın yalnızlığında alınyazısına dönüşmüş bir deniz…

Denizin Çağırışı’ndan sonra küçük kasabaların hayatı beni hep altüst etti. Yerli yabancı, elime geçen her taşra romanı ürpererek okudum. Çehov’un harikulade oyunlarını da. Gönlümün o yaşamaya yatkınlığını keşfettim.

Oysa doğma büyüme İstanbulluyum. Nerede yaşamış olursam olayım, örnekse bir Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan’ın eşsiz romanı sanki hep var olduğum bir yerleri dile getiriyordu.

Şimdilerde aynı heyecanla M.Sadık Aslankara’nın Sığınak’ını okuyorum. Roman, Can Yayınları’nca, 2003 tarihinde yayımlanmış.

Aslankara, bizi Denizli’nin Sarayköy ilçesine götürüyor. Denizin Çağırışı’ndaki anlatıcı, vurguladığım gibi, altmış-yetmiş yıl öncesinin insanı. Anayurt Oteli, belleğim beni yanıltmıyorsa, 1973 tarihini taşır. Fakat, Sığınak’ta iz sürerken, aynı taşra yalnızlığı, kapalılığı ve içe kapanıklığı okura tokat gibi çarpıyor.

Kasaba, belki de, romanın baş kişisi. Çünkü romandaki herkesi o evirip çeviriyor, o, tek başına, herkese hükmediyor. Onun taepleri, buyrukları, zorladığı yaşam biçimi, ahlak… Çıldırtıcı bir atmosfer.

M.Sadık Aslankara, çok şaşırtıcı bir saptayımla, taşranın egemenliğini, Sarayköy ilçesiyle sınırlandırmıyor, bütün ülkeye açıyor. Geçen zaman, büyük kentlerdeki yaşamalar, teknolojinin sağladığı yenilikler, olanaklanr, gelgelelim hepsinde kasabanın kasvetli, karanlık, umutlar kıran saltanatı.

Birçok insan, birçok macera ama eninde sonunda bireyin kuşatılmışlığı, hatta kıstırılmışlığı. Bireyi kuşatan, kıstıran o toplumsal ortam!,,

Yazar açıkça söylemiyor yine de bütün yurtta bir taşra havasının esip durduğunu hissediyorsunuz. Yarım yamalak kent kültürünün pek bir işe yaramadığını, kent kültürünün belki de taşra yalnızlığına daima yenik düştüğünü.

Sığınak’ta bir açıdan ötekine, pek çok sessiz çığlığa savrulup duruyorsunuz. Üstelik, alabildiğine alçakgönüllü bir romancının, kendini, ismini, yazısını öne çıkartmamaktaki saygın tutumunu tadarak.

Şimdi Sığınak’la birlikte, br kez daha Dıranas’ın dizeleri:

 

“Aynı siyah güneş, aynı siyah,

Aynı susayış, aynı koşuş, aynı…

Of… Hep aynı şey, aynı şey, aynı şey,

Aynı, aynı, aynı, aynı, aynı…”

 

_______

Öneriler:

Kitap / Ahmet Haşim, Bütün Şiirleri, Dergâh Yayınları, 2003

 

(Cumhuriyet, 16 Mart 2004)