ROMAN: Kemal Gündüzalp; SIĞINAK

Taşrada Geçen Bir Kent Romanı
Kemal Gündüzalp

Unutamayacağım romanlardan biri çok uzun zamandan beri Adalet Ağaoğlu’nun ‘dar zamanlar’ üçlemesinden ikincisi olmuştur: Bir Düğün Gecesi. İz bırakan bir romandır bende çünkü. Öyle kolay kolay aşılacağını da sanmıyorum. O romandaki kurgu, yaratılan atmosfer, zamanın kullanımı, anlatımın güzelliği, yazınsal bir yapıt olarak beni çok etkilemiştir. Büyülenmenin olumsuzluk da içermesi olasılığı nedeniyle o sözcüğü bilerek kullanmadım. Yalnızca bu da değil, örneğin Tezel, canlı bir kişiliktir orada. Romanda belki de en sevdiğim başyapıtlardan biri olan Bir Gün Tek Başına’nın (Vedat Türkali) Kenan’ı kadar sahici bir tiptir. Kuşkusuz başka örnekler de bulunabilir ve vardır, bunlar da benim öznel seçimlerim. Neyse.

M.Sadık Aslankara’nın son romanı Sığınak’ı okurken, bir şeyler akıp durdu ve o romana sürükledi beni. Tezel değildi bu. Şenlik atmosferinin bir düğün’ü anımsatması, zamanın kullanımındaki benzerlik diye düşündüm önce, ancak o da değildi galiba. Roman kişilerinden Aylin’di bu, Ayşen’i çağrıştırdı bana sürekli. Sığınak’ın Aylin’ini Bir Düğün Gecesi’nin Ayşen’i gibi düşündüm nedense. Bir an adlarını da alnı sanmıştım. İki genç kızı birbirine benzetiyordu zihnim durup dururken. Belki de yalnızca bir yanılsamaydı bu çağrışım ve benzetme, bilemiyorum. Belki de iki benzemezdir Aylin’le Ayşen’in kişilikleri. Ama sanki şaka, evliliğe olan teslimiyet benzer tek halleridir, kim bilir?

Bu yanılsamadan olsa gerek, sanırım Sığınak’ın kurgusu, sayılı saatlere sığdırılan şenlik havasındaki gelişmesiydi bana bunları düşündürten. Bir de herhalde iyi bir roman kurgusunun çağrışım gücü. Ancak bu, okur olarak benim sorunum, yazar(lar)la ilgisi olamaz. Ayrıca böyle bir şeyi söylemek, her zaman bir olumsuzluğu da içermez, tersine benim açımdan bir olumluluğu da imler. Romanların okura verdiği yazınsal haz da bu olsa gerek. Kim neyi yazarsa yazsın, sonuçta biri ötekini zorlamasız çağrıştıracaktır. Biriciklik, yazarın dili kullanımıdır, kendine özgülüğüdür olsa olsa. Romanda neyin anlatıldığı elbette çok önemlidir, ama nasıl anlatıldığıdır kişiye özel olan.

 

İLK ROMAN GİBİ

Sığınak benim için bir ilk roman gibi olsa da aslında M.Sadık Aslankara’nın dördüncü romanı. Bu anlamda yalnızca çok yönlü bir yazar değil, aynı zamanda “gizli bir yaratıcı” yazardır M.Sadık Aslankara. Öteki romanlarını okuma şansım olmadı henüz. Kuşkusuz bunun da etkisi var, çünkü bir “ilk roman acemiliği” taşımıyor Sığınak. Yazarın nicedir birikmiş yazınsal deneyiminden süzülüp gelen usta işi bir roman olduğu hemen anlaşılıyor. Bu yüzden incelikle okutuyor kendisini. Geçen yıl içinde yayımlanan öteki romanlarla kıyaslandığında en iyisi demek belki çok abartılı, bu yüzden nesnel olmaz, çünkü hepsini okumadım, ancak 2003 yılının gerçekten de güzel birkaç romanından biri olduğunu söylemek abartı sayılmamalıdır yine de. Bu romanı incelemek, eleştirel bir süzgeçten geçirmek öyle pek kolay gelmedi bana. Birkaç nedenden dolayı: Birincisi, çok kişili bir roman Sığınak. Bu yüzden neyi, kimi ele alırsanız, hep bir eksik kalacakmış gibi. İkincisi, ele aldığı konu bağlamında çok ciddi sorunsalları olan bir roman. Birden fazla izlek ve sorunsalı işliyor. Ha, deyince okunup geçilecek gibi değil. Derinlemesine gömülüp çözümlemek gerekiyor.

Garip karşılanabilir ama, bir çağrışımdan daha söz edeceğim: Deli Aşk’ı (Peride Celal’in romanı) okurken, hiç de sıradan, çılgınca, yanlış, hatta ‘sapkın’ca bir aşk serüveni diye bakmamıştım. M.Sadık Aslankara’nın o roman üzerine yazdıkların anımsıyorum. Henüz yayımlanmamış olsa da ben de yazdım ayrıntılı olarak: Orada Deli Aşk için ‘bir sevgi sorunsalı’ romanı derken, bunun gerçek-ötesi, geleceğe yönelik bir aşk ya da daha doğrusu sevme biçimine gönderme olduğunu düşünmüştüm. Sığınak’ta bu yönsemenin daha da ötesine geçiliyor. Çoklu bir sevgiye yönelik ipuçları, göstergeler, ilişki biçimleri var. Yaşanan ilişki biçimlerini olumlamak/olumsuzlamak yerine, sorgulamak daha anlamlı. O yüzden bir çırpıda geçiştirilemeyecek kadar önemli sorunsallar diyorum işlenen ilişkilere. Yığınla soru kalıyor geride. Tartışmanın yoğunlaşması gereken ana izleklerden birisi bu sevgi biçimleri üzerinde kurulmuştur bence.

Sığınak’ta çok yüreklice ele alınmış birçok sevgi sorunsalı çerçevesinde dönüyor gelişmeler. Beklenmedik çıkışlar, sürpriz gelişmeler, alışık/hazır olmayan okuyucu için yadırgatıcı olabilir. Çoklu bir sevme biçimine yönelik ciddi ipuçları ve göstergeler bir gelecek tasarımına (gerçek-ötesi sevgilere, ‘deli aşklar’a) doğru öneri olarak düşünülebilir mi? Kurcalanması, deşilmesi gereken belki de romanın bu yanı olacak. Bu nedenle bir çırpıda okunsa da geçiştirilemeyecek denli önemli ve tartışılabilecek noktalarla sarsıyor okuru. O yüzden okuyup bir kıyıya atılacak bir kitap olduğu söylenemez. Yığınla bireysel, o anlamda da toplumsal soruya yanıtlar/karşılıklar aramaya zorluyor okuyanı. Dolayısıyla okuru edilgin olarak bırakmıyor, “etkin olmaya” çağırıyor da denebilir.

M.Sadık Aslankara’nın inceliklerle dokunmuş, süzme dil bilincinden akıp gelen bir anlatımı var. Dile egemen bir yazarın kusursuza yakın bir dille yazılmış romanı denebilir. Öyle takır tukur, kimi romanlarda tekleyen, insanı duraksatan bir dil ve anlatım değil bu. Yerel ağızları anımsatan, ama sanki onun değiştirilmiş, dönüştürülmüş, ‘ulusal’ denebilecek dile eklemlenmiş bir söyleme biçimi kullanılmıştır. Dille daha sıkı ilgilenen birinin incelemesi gerekiyor bu ‘yerel’ ağız/genel dil dönüştürülmesini. Argo ve açık saçık küfürler de kullanıyor yazar bu dilin içinde, ama yalın ve yerli yerinde. Hemen hemen hiç yadırganmıyor.

 

İLGİNÇ KULLANIMLAR

Bazı adlandırmalar, çift adlı kişi adlarında Ege’ye özgü söyleşimler kullanılmış: Hacı Mustafendi ya da Pakizanım gibi. Dil bağlamı içinde epeyce ilginç söz, sözcük, cümle de var: “selcek gelip kumca kalmak” (s.70) gibi. Çok da (bana göre) yeni sözcük ve sözcük kümesi var Sığınak’ta. Kuşkusuz bu,  yazarın dilin gelişimine olan katkısıdır. Benim ilk kez duyduğum sözcüklerin yanında, ilginç kullanımlar da bulunuyor. Not ettiğim otuzu aşkın sözcük var örneğin. Böyle kısa bir ‘tanıtma’ yazısında bunları örneklemem güç, daha uzun ve ayrıntılı bir incelemede değineceğim bu konuya yeniden, şimdilik birkaç sözcükle yetiniyorum, değişik sayfalardan: “kartlamak” (s.26), “tengerlenmek”  (s.34), “alındırmak” (s.65). Yerel bir kullanım (ağız) mı bunlar, kestiremiyorum, ancak kimi sözcükleri anlamakta zorlandığımı da belirtmeliyim: “çiltimcik” (s.62), “ıhamak” (s.99) gibi vb.

Biçimsel yönden ya da teknik olarak mı demeli, simetrisi olan bir romandır Sığınak. Elli kısa bölümden oluşuyor ve tam ortasında bir bölümleme yer alıyor. Bu durum Epiktetos ile dengelenirken, sezdiriliyor sanki okura ‘soluklanın’ dercesine. Öteki bölümceler, daha kısa parçalardan oluşuyor. Sanki sinemada bir film izliyorsunuz ve “ara” veriliyor. Burası sayfa olarak da yaklaşık romanın yarısı kadar bir yer kaplıyor (25’er bölüm). Bu da bana ilginç gelen yanlardan iri oldu. Sanırım bir rastlantı değil bu, yazarın bile isteye seçtiği bir bölümleme.

M.Sadık Aslankara’nın bu romanı çok kişili bir kitap. Başlangıçta, en azından ilk dört-beş bölümde yapısına uygun olarak  (bir kasabadaki şenlik çerçevesinde) beşer onar kişi giriyor romanın içine. Bu durum, bir an bende kim kimdir, kim kiminle ne tür bir ilişki içindedir anlamında bir kafa yormaya bile yol açtı. Sonraki bölümlerde (yedinci bölüm dışında) kişiler yerli yerine oturtulunca, genellikle ikili-üçlü ilişkiler ağırlık kazanıyor. Bazı bölümlerde aynı kişi anlatıcı olarak karşımıza çıkıyor. Kimi zaman anlatıcıya ilişkin bir soru imi belirse de bir noktada bir ilişkilendirme ya da sözle, kimileyin de doğrudan anlatıcıyla ilgili ipuçları sezdiriliyor, veriliyor. Bu yanıyla çok anlatıcısı olan bir roman. İç konuşmaların italik dizilmesi bana göre yerinde bir seçim olmuş.

 

İNCELİK VE AYRINTILAR

Günlük yaşama ilişkin ayrıntıları çok önemseyen bir yazar M.Sadık Aslankara. Geçiştirmiyor, ince ince işliyor böylesi yerleri. Örneğin yaprak sarması, yaprağın seçiminden, sarılışına kadar titizlikle anlatılır (s.26). Hiç sıkmadan, sıkılmadan. Aynı biçimde badem salatalık alırkennelere dikkat edileceği yine ayrıntılarıyla yer alır (s.28). Bir başka ayrıntı da çiçklerdir. Çiçk adları, türleri uzunca verilir (s.59). Romanda bunun gibi birçok örnek var. Uzun bir değerlendirmede gözden geçirilmesi gereken incelik ve ayrıntılardır bunlar.

Güzel bir nokta da şudur: Üç sözcükteki harf ya da hecenin hatalı yazımı dışında hiç dizgi yanlışı yok gibi! Ben rastlayamadım. Bunu da olumlu bir özellik, bir özen olarak görüyorum. Belki yakın zamanlarda sıfır dizgi hatalı romanlar da okuma şansımız olur.

Sonuç olarak Sığınak, “taşranın kalbine bir yolculuk” diye tanıtılsa da aslında Sarayköy gibi bir kasabada ele aldığı karmaşık insan ilişkileriyle bellekte düşündürücü izler bırakan bir kent romanı bence. Taşrada geçen, ama ilişki ağı bakımından aslında kentli bir roman. Bir kasabanın kaldıramayacağı derinlikte / yoğunlukta sorunlarla didişmiş çünkü yazar. Ele aldığı incecik ayrıntılarla anlamlı bir biçimde renklendirilmiş romanın dokusu. Bu nedenle geçen yılın iyi bir romanı olmaya aday bir kitap olan Sığınak, benim açımdan uzun bir inceleme ve derinlemesine bir çözümlemeyi de gerektiriyor / hak ediyor. Uygun bir zamanda bu da yapılacak kuşkusuz. İyi bir romanı kendi haline bırakmak “etkin bir okur” ve yaratıcı yazarlığın yanı sıra eleştiride (de) didinen biri olarak beni rahatsız eder. Herkes ondan eleştiriler beklerken, onun yaratıcı yanının da gözden geçirilmesi, değerlendirilmesi gerekiyor çünkü.

Eleştiri ve denemeye onca emek veren, yorulmak nedir bilmeyen bir yazarın yaratıcı yazınsal yapıtlarıyla öyküden (Uykusu Sakız) sonra romanda da söyleyecek sözü olduğunu görmek çok sevindirici. Bu açıdan Sığınak bütünlüklü bir roman. Bu durum, yazarın da çok yönlü olabileceğini gösteren hoş bir örnekçe. Hiç mi eksiği / kusuru yok. Eleştiren ve değerlendiren  bir azarın da eleştirilmeye ve değerlendirilmeye gereksinimi olduğu bilinciyle okumak gerekiyor öncelikle bu romanı. Sonra konuşulur / yazılır varsa. Ben yapacağım kendi adıma. Bana göre, her şeyin popüler gözlüklerle sergilendiği bir yazınsal ortamda Sığınak, es geçilmemesi gereken ‘iyi’ bir roman. Bu nedenle eleştirel süzgeç için eklemede şimdi. Güncelliği aşan ve eskimeyen bir romana da bu yakışır sıcağı sıcağına yetişmemiş / yayımlanmamış bir ‘tanıtma’ dışında.

 

(Cumhuriyet Kitap, 4 Mart 2004)