KONUK SAYFA YAZISI; Tahir Abacı; İyi Edebiyat Koleji

İyi Edebiyat Koleji

Tahir Abacı

(Aşağıdaki metin, Tahir Abacı’nın, Cumhuriyet Kitap’ın 27 Şubat 2020 tarihli sayısında yayımlanan “Kitaplı Kahvehane” başlığı altındaki köşesinden alınıp aktarılmıştır.)

 

“Seçilmişlik şartlanmasıyla ‘iyi’ okullar bitirmiş olmanın ‘iyi edebiyat’ı da otomatik biçimde sağladığını sananlar hep olmuştur. Ancak uzun erimde ‘hayat mektebi’ni bitirmiş edebiyat, daha gerçek ve daha kalıcı olmuştur.

Nilgün Marmara’nın Daktiloya Çekilmiş Şiirler kitabının başında Seyhan Erözçelik’in ‘Çocuk Hanımefendi’ başlıklı yazısı var. Şöyle diyor: Küçük bir çocukken, İngilizce öğretilen bir okulda okumaya gönderildi. Çünkü, geleceğin mimarları bu okulda yetişecekti. Bu bir ‘proje’ydi, çok iyi hocalardan ders aldı. En iyi şairlerle arkadaşlık kurdu. Türkiye’nin karartıldığı zamanları gördüler, geçtiler. İlk dönem şiirlerinde, yer yer, iyi şairlerden etkilendiği apaçık bellidir. Ne var ki, etkilendiği şairleri tavrıyla, duruşuyla o etkilemiştir. O, bir hanımefendidir. Çocuk hanımefendi. Her türlü bilgiye açık. Soran, gören, sorgulayan, izleyen-gözleriyle. İnanmayan. Çünkü her şey yalan. Biz neyiz? Hepimiz. Hepimiziz. Belki de gam çekmeye feryâdımız vardı…’ (Vurgular Erözçelik’e ait).

‘SEÇİLMİŞLER’ DÜNYASI

Bir yandan ‘Türkiye’nin karartıldığı zamanlar’, bir yandan ‘inanmamak’, bir yandan tekilleşmek, bir yandan ‘gam çekmeye feryadı olan hepimiz.’. Erözçelik’in ‘iyi şairler’ini kestirmek de zor değil. Edebiyatın, yabancı dille öğrenim yapılan donanımlı okullarda ‘iyi’ eğitim görmüş şehirli orta halli aile çocuklarının eline geçtiği, bunların parasal sıkıntısı olmayan dergiler çıkarabildikleri, büyük şehir ilişkileri içinde artık sanata el atmaya başlamış finans kapital destekli yayın organlarında el üstünde tutuldukları bir dönem. İkinci Yeni üzerinden modernizmi keşfetme, ama aşma değil, kutsama ve kuyruğuna takılma yılları.

Kolejlileri hakir görmek gibi bir niyetim de yok, kompleksim de yok. Biyografimde benim de ‘kolej mezunu’ olduğum yazılıdır. Gerçi benimki biraz zorunluktan oldu, devlet lisesinde, 70-80 kişilik sınıflardan birinde, ‘harala gürele’ ve halimden hoşnut okurken, bir öğretmenin bir arkadaşımızı hayalarını tekmeleyerek hastanelik etmesi üzerine başlattığımız boykot sonrası, müdür yardımcısının sövgüsünü kendisine aynen iade edince kendimi okuldan kovulmuş buluverdim. O tarihte Malatya’da tek lise bulunduğu için, yılı komşu ilde Elazığ Lisesi’nde tamamladım. Son sınıfı ise, aynı ‘maliyet’e geleceği öngörülerek, Malatya’daki biricik kolejde tamamlamam gerekti. Sonuçta onlar da gençti, ‘iyi’ çocuklardı, ancak koleje ‘sen farklısın, sen başkasın’ diye gönderilmişlik, okul arkadaşlarımın çoğunun her hallerine sinmişti.

KOLEJLİ FELSEFE

İlginçtir, sonraları, ‘kolejli bakışı’ ben en çok kimi Fransız felsefecilerini okurken ayırt ettim. Konuları özel bir üslupla ayrıntının ayrıntısına boğarken, kendi üstünlüğüne inanmış, dünyanın durup onun ‘elit’ lafazanlıklarını pür dikkat izlediğini zanneden, praksis felsefeleri karşısında ise işi alaycılığa vuran bir bakış. Sözgelimi, Roland Barthes, Göstergebilimsel Serüven adlı kitabına, tek hazırlamak için başvuran bir öğrencisinin ‘göstergebilimi gerici ve işbirlikçi saydığını ima ederek kendisini kışkırtmaya çalışmasını’ ironik bulduğunu yazarak başlar. Oysa, asıl alaycı eda, bizzat Barthes’ın bu ifadesindedir ve etkilendiği söylenen Marksizm karşısındaki kompleksini dışa vurmaktadır. Aynı Barthes, sosyalist edebiyatı eleştirmek için de, bula bula Garaudy’nin önemsiz bir romanında abartılı ‘çalışan işçi’ betimlemesini bulur.

Sosyalist edebiyatı yetersiz örnekler üzerinden vurmaya çalışmanın, karşıtlarının klasik yöntemi olduğunu, ülkemizdeki tartışmalardan da biliyoruz. Marksizm de, ‘indirgemeci’ Engels üzerinden, olmadı ‘Stalin’in formülasyonları’ üzerinden vurulmak istenir en çok. Sıra Marx’a gelince, kuşku yok, onu da yine en iyi onlar bilirler: Elbette bir ‘eylem kılavuzu’ olarak değil, satır satır ‘analiz’ edilecek bir ‘metin’ olarak!

SEÇİLMİŞLİK Mİ, YABANCILAŞMA MI?

Onlar ‘iyi’ okullarda okudukları için, herhalde o derin yabancılaşmışlıklarıyla ‘iyi isyan’ da onların harcıdır. Tipik örneklerdendir: Pınar Kür’ün Yarın Yarın romanında kolejli kahramanımız Paris’te okumuş, Troçkist oluvermiş, Türkiye’ye dönünce ünlü bir sanayicinin eşiyle de ilişki kurmuştur. Ülkenin çalkantılı bir dönemidir, ‘şehir gerillası’ eylemleri başlamıştır, kahramanımız o işe de bir el atıverir, lakin gençleri yönlendiren ‘eski tüfek’e söz dinletemez! O ‘eski tüfek’in de bu tür eylemlere karşı olduğu, gençleri uyardığı, gençlerin bir ‘açık mektup’la onu terk etmiş oldukları, o olaylardan beş yol sonra yayımlanmış bu romanın yazarı giçin ‘önemsiz ayrıntı’dır!

‘Kolejli’ olgusunu ‘simgesel’ bir metafor olarak kullandığım açık. Bu bağlamda Halide Edip de, ‘kolejli’ yazarlarımızdan sayılabilir. Osmanlı’da kolej yoktu ama ‘iyi aile’ çocukları, özel hocalardan ders alırlardı. Rıza Tevfik, istek üzerine muayene ettiği Halide Edip’te ‘verem istidadı’ değil, ‘edebiyat istidadı’ görür ve ona özel ders vermekle görevlendirilir. Halide Edip, on altı yaşında, sonraki özel hocası, ünlü matematikçi Salih Zeki Bey ile evlenir. Daha sonra da, ondan ayrılıp A.Adnan Adıvar ile evlenir ve kurtuluş savaşına katılır. Savaşta öyle şeylere tanık olur ki, intihar noktasına geldiğini anılarında anlatır. Sonraki hayatında yönetimle ters düşünce siyasetten uzak durur ve ömrünü edebiyat profesörü olarak tamamlar. Romanlarını hep İngilizce yazar, sonradan Türkçeye çevirir. Roman kişilerinin de bir ayağı hep yurt dışındadır, tıpkı çoğu günümüz romanında olduğu gibi.

‘İYİ ŞİİR’İN MEKTEBİ

Attilâ İlhan da ‘kolejli’ değildi, ilk gençlik yıllarında siyasal nedenlerle devlet lisesinden kovulup açıkta kalmışlığı, orta öğrenimini güçlükle tamamlamışlığı da var. Yabancı dil ile öğrenim yapılan eğitim kurumlarının çoğalmasına karşı en çok tepki göstermiş edebiyatçı da odur. Gel gelelim, şiirlerinde yabancı ülke yaşantılarını en çok ‘terennüm’ etmiş şairlerden biri de odur, kimi yazılarında da Fransızcadan aktarma kavramlar, özgün yazım biçimleriyle boy gösterir. Dahası, Paris kahvehanelerinde bohem / marjinal takımından derlediği aforizmaları, sıklıkla görüşlerine dayanak yapıp durmuştur. Şiirde özgül bir yer edindiyse, bunu aradığı ‘bileşim’lere, şiirine kattığı yerel renklere daha çok borçlu olduğu söylenebilir.

Oysa günümüzde, bir yandan yurt dışı gezilerinde çattığı keyifleri sosyal medyada paylaşıp, havuzlu eğlentilerde içki kadehlerini kameranın (ve herkesin) gözüne sokup, bir yandan da coğrafyasız / tarihsiz ürünleriyle ‘iyi edebiyat’a talip ‘kolejliler’ eksik değil, lakin gerçek ve kalıcı edebiyat, somut coğrafyalarda ‘hayat mektebi’nde pişmiş edebiyattır!

 

(Yukarıdaki metin, Tahir Abacı’nın, Cumhuriyet Kitap’ın 27 Şubat 2020 tarihli sayısında yayımlanan “Kitaplı Kahvehane” başlığı altındaki köşesinden alınmış, Tahir Abacı’yla gazetenin hoşgörüsüne sığınılarak aktarılmıştır.)