SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ÖYKÜYÜ YAZMAK, YAZILMIŞI OKUMAK…

ÖYKÜYÜ YAZMAK, YAZILMIŞI OKUMAK…

M.Sadık Aslankara
(6.8.2020 YAZISIDIR.)

Öykü yazmak hüner gerektiriyor elbet, tamam, ama öykü okumak da kesinkes hüner gerektiriyor.

Kendi payıma ben, güreşe tutuşacağım, beni alabildiğine zorlayacak ama savurmalarım karşısında, bunlar içine sinmese de üfürmelerimi alınmadan karşılayacak kitap aranıyorum.

Şunca yıl içinde, bilmiyorum kaç öykü kitabı üzerine yazdım, çetelesini tutmuş değilim. Buna yazarların öykücülüğü, öyküleme kavrayışı ya da tek tek öyküler üzerine yazdıklarımı da ekleyecek olursak koca bir toplama varabilir sayı.

Yine de bu öykü yazıları toplamının, bugüne dek okuyup da üzerine tek satır yazmadığım bizden ya da dışarıdan öykü kitaplarıyla öyküler yanında oldukça düşük kalacağını söyleyebilirim gönül rahatlığıyla.

Aşağıdaki öne sürüşlerim için birer gerekçe veya dayanak olarak alabilirsiniz bu girişi. Öyle ya, öykücülerle öyküler üzerine bunca okuyup yazmanın ardından insan kendini mazur görebiliyor kimi genellemelere kayarken. Çünkü deneyimleri, bu tür yaklaşımların görece önünü açıyor.

Hiç kuşkusuz bütün öykü yazarları, “öykü edebiyatı” başlığı altında bir evrene katılıp onay alabilmek için yoğun çaba harcıyor, bunu yaparken alanda kendine yer açıp konumunu sağlamlaştırmak, bu amaçla örtüşürlük içinde özgün olmak, özgünlüğünü yazın entelanjiyasına onaylatmak istiyor.

Böylesi amaç yönünde ilerleyen her öykü yazarının hafife alınamayacak düzeyde bir öykü okuru olduğunu kabullenmek zorunlu. Ayrıca en süzme okur kesimini zaten şiir-öykü okurlarının oluşturduğu biliniyor. Bu durumda öykü yazarlarının nitelikli birer okur olduğunu öngörmek durumundayız demektir.

Yukarıda söz ettiğim okumalar eşliğinde öyküler üzerine yazma eylemi, bu anlamda okunan yazarların de kendi öykü okumaları üzerine kimi ipuçları yakalamanın önünü açıyor.

Ne var ki süzme okur kesiminin de güncel etkilenmelere açık olduğu hiçbir zaman unutulmamalı. Bu açıdan her öykü yazarının değerli bir öykü okuru olmakla birlikte görece etki altında kalabileceği gözden uzak tutulmamalı asla.

Kanımca en iyi okuma, her öykünün, hiçbir ayrıma gidilmeden en azından kabaca gözden geçirilmesi. Bu tutumu, neredeyse hiçbir öykü yazarında gözlemediğimi söyleyebilirim. Hemen her öykücü, yayımlanıp önüne gelmiş öyküleri farklı ölçütlerle ayırıp öyle okuyor. Bu durumda öyküye göz atmadan önce bunu okuyup okumamaya karar veriyor ilkönce. Kendi verimine dönük yarar ilkesini dikkate alıyor hemen. Böyle olunca da herhangi öyküdeki estetik nitelik, değer göz ardı edilebiliyor.

Öykü yazarı, kendi verimi açısından ötekine at gözlüğüyle baktığından arandıkları dışında az sayıda öykü örneğine gönül indiriyor demektir. Bu, kendi öykü suyunu giderek ağırlaştırmasına yol açan en büyük okuma kusuru yazarın.

Buna gönüllülük temelinde, uluslararası, ulusal, yerel farklı yapıda öykü yazarları topluluğuyla, mahfiliyle örtüşürlük, uyarlık da eklenebiliyor bir dizi tetiklenmeye dayalı.

Bunun yansıması bağlamında uluslararası düzlemde ekole dönüşmüş yazarların ardıllığını benimseyip onlara öykünen bir verimlemeye gitmek, ulusal düzlemde bir dergi, yayınevi çevresine yerleşip salt bunlara dönük at gözlüğü takmak, yerel düzlemde öykü akrabalığı içinde bir büyük aile kurup bunun dışındakilere kulak tıkamak, bu yönde gözlenebilecek hataların birer küçük örneği.

Bizde her öykücü Sait Faik’i biliyor elbette, 1950 Kuşağı öykücüleriyle haşır neşir olmayı sürdürüyor, kimi ödüllerle adı öne çıkan öykücüleri de okuyor, hatta kendine dayatıldığını düşündüğü eski-yeni kimi öykücülerle de enikonu bağ kuruyor ama bunların dışındaki yazarlar karşısında neredeyse zavallı bir kibirle sessiz, suskun kalmayı yeğliyor yazık ki.

Kanımca öykü yazarlarımız, bu okuma tekdüzeliğinden ötürü bir büyük buluşma-kavuşma konumu sergileyen dünya öykücülüğü içinde hem kendi öykücülüğüne yer bulmak anlamında makroskobik-mikroskobik konumda yetersizlik sergiliyor hem de teleskopik bağlamda bunları bütünlemeye dönük tutumdan gitgide uzaklaşıyor.

Sonuçta öykü yazarlarımızın, okuma eylemlerinde alışveriş bağı kurdukları öykü mahfillerinin etkisini taşıdıkları, sıçrama, atlama, aşma vb. konum değiştirmenin daha düşük düzeyde seyrettiği kanısına varıyorum kendi payıma. Bunun tersi konum sergileyip bir anda yükseliş göstermiş izlenimi uyandıran özellikle genç öykü yazarlarıysa, kendi modellerini yaratmaya girişirken bir öykünme parodisi halinde algılanıyor daha çok.

Böyle olduğu içindir ki öykü yazarlarımızın öyküleme tekniği, daha çok kendi mahfillerinden aldığı etkiye açık, yıllar içinde sergilediği etkileşimle farklı alışverişe dayalı grafiksel değişimlerle dairesel gelişmeler halinde yaşanıyor.

Bu yüzden kalıcılaşıp birikimsel hale gelmiş bir öyküleme ancak uzun yıllar içinde gözlenebiliyor.