SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ‘YENİ YAZARLARI BENZERSİZ HÜNERLE İZLEMEK’

“YENİ YAZARLARI BENZERSİZ HÜNERLE İZLEMEK…”

M.Sadık Aslankara
(29.7.2021 YAZISIDIR.)

Turgay Fişekçi, “Yeni yazarları benzersiz hünerle izlediğimi” yazdı Cumhuriyet Kitap’ın bir “Sunuş” notunda.

Turgay’ı arayıp sordum; “Herhalde beni yüreklendirmek, yeni yazarlar konusunda daha da isteklendirmek için böyle yazdın, değil mi?”

“Hayır,” dedi, “olur mu, herkes böyle düşünüyor.”

Turgay’ın sözünü etiği “herkes”in içine kimler giriyor bilmiyorum.

Ama işin, bizi ilgilendiren yanının, yeni yazarların, yazınımıza getirebileceği olası katkıya yer açmak kadar, yazınsal ortamda kendilerini görmeleri, değerlendirme olanağı kazanmaları konusu olduğu açık. Turgay da böyle düşünüyordu yazarken, biliyorum.

Öyle ya, yeni yazarlara, yazın alanına yenice katılan gençlere ya da erişkin olsalar bile ilk kitaplarını yayımlayan her kalem için sunulan katkı, sonuçta yazınımızın bütününe yönelmeyecek midir?

Turgay’ın yaptığı saptamanın yazınımıza dönük getirisi üzerinde durmak zorunlu bu nedenle. Ancak sorun, buna dönük çalışma verilerinden gerçekten yararlanılıp yararlanılmadığı, genç-erişkin yeni yazarların, eğer ortada bir kazanım söz konusuysa, bunu yazınımıza yöneltip yöneltmedikleri.

Bugüne dek yazınımızın bilinen adları ya da yabancı dillerin yazarları, onların kitapları üzerine çok yazdım, ama oturup saymış olmasam da bir yuvarlamayla çoğu herhangi yazarlar ansiklopedisinde henüz kendilerine yer ayrılmayan yüzlerce, kaba yuvarlamayla beş yüz dolayında yeni yazarın yapıtı-yapıtları üzerinde durduğumu söyleyebilirim. Saymasam da salt bu konuda yüzlerce yazı kaleme aldığımı söyleyebilirim.

Yapıtlar üzerinde dururken, her birini işlerken bunların yazarlarına ya da yapıtlara, her seferinde daha önce eklenenleri dikkate alarak son yargı verileri çerçevesinde değerlendirme yapmaya giriştim hep. Bu yolla yeni yazarlar, kendilerini, birbirlerini görmelerini ama asıl önemlisi, yazınımız bütün olarak göz önüne alındığında nerede, nasıl bir yerde durduklarını görebilsinler istedim.

Bunların sonucunu alıp alamadığıma, görüp göremediğime gelince, kimi iletilerden, kısa mektup notlarından başka elimde bir veri bulunduğunu söyleyemem. Yazarların bana doğrudan ulaştırdığı iletilere bakarsak eğer, bunu genele yayma gibi bir eğilim sergilemesem de en azından gönderilen notların sahibi kadar bir yazar kesiminin, bundan kendince yararlandığı görülüyor.

Peki öteki yazarlarımızın, örneğin bir Fethi Naci’nin çok önemli yapıtlarını acaba bugüne dek kaç yazar okumuştur, yazınımızda bunun etkisi olmuş mudur, etki yaratacağı öngörüsü acaba ne ölçüde yerini bulmuştur?

Örneğin Fethi Naci’nin 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme (1981), Bir Hikâyeci: Sait Faik / Bir Romancı: Yaşar Kemal (1990),  Yüzyılın 100 Türk Romanı (1999) adlı yapıtları ne ölçüde okunmuştur, kaç yazar tarafından okunmuştur? Bu okumaların yazınımızda etkili olduğu öngörülebilir mi, eğer böyle bir öngörü getirilirse, bu etki hangi yönde ortaya çıkmıştır?

Yukarıda sıraladığım kitapların okunmadığı söylenemez. Aynı şekilde benim yeni yazarlar üzerine kaleme aldığım yazıların okunmadığı da söylenemez.

Ayrıca azımsanmayacak sayıda yazarın öykü, roman üzerine Fethi Naci’nin yazdıklarından, aynı şekilde yeni yazarların yapıtları üzerine yaptığım değerlendirme yazılarımdan etki aldığı da söylenebilir pekâlâ. Ne ki bunların yazar yelpazesine yansıyan etkisine ya da doğrudan yazınımızda yol açtığı etkimeye geldiğinde sıra, net bir yanıt verebilmek hayli güç görünüyor doğrusu.

Toplumsal yapımızın o tuhaf işleyişinde görüldüğü üzere, Türkiye’nin her yeri duvarlar, panolar, tabelalar yoluyla tıklım tıkış yazı dolu olduğu halde, insanımız yine de bunları okumak yerine bir adres soruyor ya da kulaktan dinlemeyi, yol açtığı etki ölçüsünde ona prim vermeyi sürdürüyor. Bunun gibi yazınımızda da bununla örtüşen tuhaf bir tutumla karşılaştığımız öne sürülebilir ne yazık ki.

Özellikle genç yazarlar, önce dili, bütün incelikleri, özellikleriyle öğrenip sonra bunu bozarak özgün bir dil kurmaya girişmek yerine, birbirinden etki alarak, birbirini takip altında tutup deneyiminden yararlanarak, sonuçta kendi kuşağından öteki yazarlarla birörnekleşerek işin içinden sıyrılma eğilimi sergiliyor neredeyse.

Sonuçta benim yazılarım, kendileri için belki bir reklam gereci haline dönüşüyor, o kadar. Sözgelimi ben hiçbirinin kitabını okumasam ve okumadan herhangi birinin kitabına ayırdığım bu yeri hiç ilgisiz metinle doldursam da pek fark etmeyecekmiş gibi bir izlenime kapılıyorum diyebilirim zaman zaman.

Sonuçta yeni yazarlara ayırdığım yer, sanki salt kendilerinden söz ettiğim, kendilerine yer açtığım için önem taşıyormuşçasına hava yayıyor bir tuhaf yabancılaşmayla birlikte.

Yeni yazarların tutumu beni ilgilendirmiyor, daha önce yazdım. Ben okumalarımla kendi havuzumdaki suyun zengin minerallerle buluşması için çabalıyorum. Ne demiştim:”Başkasını Okuyup Kendisine Yazmak…”

Yeni yazarlar da bunu kendilerine ilke edinmedikçe sağlıklı bir yol tutturamayacaklarını unutmamalı.

Akşit Göktürk ne demişti, hep andığım üzere: “Her okur, kendini okur.”

Daha önceleri de yazdım, Akşet Göktürk’ün bu sözünden kalkarak ben de şunu eklemiştim: “Her yazar kendini yazar.”

Havuzunuzun suyunu kendiniz dolduracak, kendi yontunuzu kendiniz yaratacaksınız.

Yazar olmanın yolu da zaten buradan geçiyor.