SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; BENİM DİL-YAZIN KILAVUZUM…

BENİM DİL-YAZIN KILAVUZUM…

M.Sadık Aslankara
(22.9.2022 YAZISIDIR.)

Kitaplar, yazarlar, dergiler, kütüphaneler yazın kılavuzumuz hep. Sonra tablolar, senfoniler, filmler, tiyatro oyunları, danslar, korolar daha neler neler, bunların her biri, yazmaya istekli, düşkün, tutkun insana kuşkusuz birer yazın kılavuzu. Bunlara daha başka tutamaklar, dayanaklar da eklenebilir bu yolda. Sözgelimi müzeler, antik kentler, farklı coğrafyalar, kültürler, deneyimler, say sayabildiğince.

Ben, kendi dil-yazın kılavuzuma getireyim sözü…

Ne o yıllarda üyelik için girişimim olmuş Atatürk’ün Türk Dil Kurumuna yönelik ne de 1980 sonrası Dil Derneğinin kuruluşunda hazır bulunmuşum. Bu ikinci kurumun düz üyeliğini otuz yılı aşkın zamandır sürdürüyorum ya, bu mutluluk bana yetiyor.

Her iki kurum da benim için hava, su, güneş benzeri olmazsa olmaz birer yaşam odası, nefes açma alanı.

1960 ortalarında, izleyen yıllarda çocukluk arkadaşlarımdan biri lise öğretimini sürdürmek üzere Denizli’den Ankara’ya gitmişti. Ondan rica etmiştim mektupla. Dil Kurumuna kadar uğraması, bana Ömer Asım Aksoy’un Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü’nden bir takım alması için. Üşenmemiş, kuruma dek gidip isteğimi yerine getirmiş, benim için alıp postaya vermişti. Sevinçlerle karşılamıştım o kitapları, kitaplığımın sözlüklere ayırdığım bölümünde yerini korur hâlâ.

Yeniyetmelik yıllarımın edebiyata, tiyatroya, sanata neredeyse ölümüne tutkuyla bağlandığım evresi. Yazım kılavuzum var da yazın kılavuzumu nasıl seçip belirleyeceğim, nasıl kalkacağım işin altından? Arşimet bulmuştu aradığını ama ben nasıl oynatacaktım dünyayı yerinden?

Bu, andığım kurumların yayımladığı dergilerle oldu: Önce Atatürk ardılı Türk Dili. 1960 ortalarında yeniyetme delikanlıyken başladım okumaya, Atatürk’lü son sayıya dek aldım dergiyi. Boyumun yetişmediği yıllarda yayımlanan özel sayılarını da edindim, başucu kaynaklarım olarak durur hâlâ kitaplığımın özel sergeninde.

Sonradan sonraya geri gidip eski sayılarına, 1950’lerde başlayan o ilk sayılara dek bulabildiklerimi de topladım inatla. Öteki dergileri de eksik etmiyordum elbette: Varlık, Yeni Ufuklar, Yelken, sonra Yeni Dergi, Papirüs… Ama kurum tekti. Derken Çağdaş Türk Dili de geldi çok gecikmeden.

Hem ölçünlü Türkçeyi öğrendim, hem de konuşmayı, yazmayı dizgeli hale getirdim kurumlarım aracılığıyla, derken sonraki yıllarda didiştire çekiştire, değiştire dönüştüre dilimi kendimin kılıp biricikleştirmenin gizini öğrendim enikonu. Diyeceğim önce dil kılavuzum oldu bu kurumlar, sonrasında yazın öğretmenim.

Türk Dili’ne yazmadım hiç, yazı da göndermedim, Çağdaş Türk Dili’ne farklı dönemlerde üç farklı başlık altında yazdım: “Yazında Yaşayanlar Yazınla Yaşayanlar”, “Denemeleştiri”, “Türlerin Dilleri”.

Birkaç yıl boyunca Dil Derneği Kerim Afşar Ödülü Seçiciler Kurulunda görev üstlendim, iki yıl önce Ömer Asım Aksoy Roman Ödülündeydim, bu yıl da Öykü Ödülünde Seçiciler Kurulu üyeliğine soyundum yine.

Bütün bunları yaparken yani yazarken de, yazılmışları seçerken de dilimi, yazınımı yeni baştan öğreniyorum, her kezinde, bir çocuğun fal taşı gözleriyle yeniden öğrenerek sürdürüyorum yazınımı.

Benim dilaltı bilincim, sana daha neler borçluyum, ben biliyorum.

 

 

(Yukarıdaki yazı, Dil Derneği’nin kuruluşunun 35. yıldönümü nedeniyle Çağdaş Türk Dili dergisin için kaleme alınmış, derginin Nisan 2022 tarihli 410.sayısında yayımlanmıştır.)