Heybesinde Karanfiller
Duygu Terim Top
Ankara’nın soğuğu onunla tanıştığınızda unutulmayacak bir iz bırakır bedeninizde. Sadık Aslankara’yla iki bin on sekizin Aralık ayında yaptığımız yolculuk da bundan farklı yankılanmadı bende. Kimimizin bilinçsiz bir coşkuyla, kimimizin sessizlikle yaşadığı edebiyat yolculuklarımıza bir masal kahramanının asası ile dokundu. Heybesinde karanfil taşıyan derviş dedim onun için, ustalarına ve dile duyduğu minnet borcunu ödemek için çırak arayan bir usta.
Dil dedi önce, sizin tek aracınız. Herhangi bir edebiyat çevresine girdiğinizde rahatlıkla duyacağınız bu cümle; okunan şiirler ve masallar eşliğinde yaptığımız dramalarla içimizden akıttığımız bir çağlayana dönüştü, yolculuğun sonunda.
Birikiminin tek zerresini bile kendine saklama bencilliğine kapılmayan, işine böylesine tutku ve disiplinle bağlı, “Hocam” demekten kıvanç duyduğum bir insan olarak kaldı bende. Öğrendiklerimizse maddeler halinde dayatılmadan dramalarla öğrenimi kalıcı hale getirilen birer hazine.
Okuyandan çok yazanın olduğu, yazın atölyelerinin denizdeki kum tanelerinin sayısıyla yarıştığı bu günlerde çalışmamız benzeri olmayan bir deneyim sundu bize. Metnin ritmini, sözcüklerin ve seslerin dansını deneyimledik ki bu nedenle de uçucu olmaktan uzak kalıcı derslere dönüştüler.
Sonunda ne mi oldu? Biz yedi kadında, kulaklarımıza küpe olan derslerin anısı, ömür boyunca taşınacak birer nişana dönüştü.
Sadık Aslankara atölyesi, genel geçer eğitim tabularının yıkıldığı, özümsenmiş bilgiler bırakan benzeri olmayan bir çalışma ile ömrümüze kazındı.
Nesnel bir değerlendirme olsun diye çabaladığım bu metin de eninde sonunda minnetle yazılmış masala dönüştü.