BANA GELEN MEKTUPLAR: Mehmet Zaman Saçlıoğlu

23.11.1997

Sayın Sadık Aslankara,

Bu teşekkür mektubunu size yazmakta çok geciktim. Bunun için önce özür dilemek istiyorum. Cumhuriyet kitap ekinde, öykülerimi öven ve beni onurlandıran yazınız yayımlanalı üç aydan çok oldu.

Gecikmemin nedenine gelince: Yazılarını rastladıkça okuyor ve saptamalarınızın çoğuna katılıyor, yararlanıyordum. Benimle ilgili yazınız çıkınca Turhan Günay’ı aradım ve sizin adresinizi istedim. Adresinizin ya da telefonunuzun kendisinde olmadığını öğrenince Semih Gümüş’ü aradım. Onda da yalnızca bu mektubu gönderdiğim posta kutusu adres olarak bulunuyordu. İşin ilginç yanı her ikisi de sizi hiç görmediklerini söylediler. Daha sonra edebiyatçı birkaç dosta daha sizi tanıyıp tanımadıklarını sordum: boşuna! Bu tanınmazlığın sizden kaynaklandığını, onlarla ne telefonla görüştüğünüzü, ne karşılaştığınızı anlayınca hikâyeciliğimden kaynaklandığını sandığım bir düş yürütmeyle (akıl değil) Sadık Aslankara’nın; kendini tanıtmaktan hoşlanmayan, alçakgönüllü ama çok birikimli, beğenisi yüksek (bunu benim öykülerimi beğendiğiniz için söylemiyorum!) bir yazar olduğu düşüncesi, yerini önemli bir yazarın müstear adı olduğu düşüncesine bıraktı bir ara. Ardından da kim olabileceğinize. Ankaralı olduğunuza göre orada yaşayanlardan biri olmalıydınız. Bu düşünce beni güzel bir bulmaca gibi bir süre oyaladı. Kimliğinizi öğrenip; zarfın üstüne gerçek adınızı, mektubun başına da Aslankara’yı yazarak sizi şaşırtmanın hoş olacağını düşündüm. Ama bunlar hep -dediğim gibi- düş yürütmelerdi. Sonra, bu düşün bozulmasını göze alarak, sevdiğim bir dostuma, çocukluk arkadaşım Ali Cengizkan’a sordum kimliğinizi. Sizinle bir ara tanıştığını, Ankara’da değil, Denizli ya da Manisa gibi bir batı Anadolu kentinde tiyatro ile uğraştığınızı söyledi. Düşler kaybolmuştu ama izinizi bulur gibi olmuştum. Kitap fuarı sırasında Cevat Çapan’a rastladığımda ona da sordum, tiyatrocu olduğunuzu öğrendiğim için. O da Ali Cengizkan’ın söylediklerini sağlamlaştıran bir bilgi verdi, ama adresiniz hâlâ yoktu.

Artık bana, mektubumun elinize geçip geçmeyeceğinden emin olmadığım Ankara’daki posta kutusuna yazmaktan başka çare kalmamıştı.

Deniyorum. Mektubu ve çoktan alıp okumuş olduğunuzdan emin olduğum Beş Ada’yı bilinen tek adresinize gönderiyorum. Şişelere konulan ya da güvercin ayaklarına bağlanan mektuplar kadar olmasa da, posta kutuları bilinmezlik taşıyor.

Sevgiler, selamlar, iyilikler.

(Ad yok)

 

Sonradan Zarflı Yazışma…

İçinde kitap olan bir büyük sarı zarf üzerindeki yazılar:

Dış yüzde:

DİKKAT!

Sayın Aslankara

Bu zarfı Çarşamba günü  Dolmabahçe Kitap Fuarındaki İş Bank standından alacak.

İç yüzde:

Sevgili Aslankara,

Kitapların öyküsü olduğu gibi zarfların da öyküsü var. Ve bu kez bu zarf, “Rüzgâr Geri Getirirse”de okuyacağın gibi eski gezginlerin çıkınlarına döndü. Benim her zamanki aceleciliğim ve aşırı titizliğim, bu zarfı, içindeki kitaplarla birlikte sana ulaşmak üzere uzun bir yolculuğa çıkardı.

Kısacası zarf, kitaptaki öykülere uydu ve hoş bir macera yaşadı.

Sana sevgiler ve iyi okumalar.

(Tarihsiz)