Kendi Gerçekliği İçinden De-Ti…
M.Sadık Aslankara
(31.3.2022 YAZISIDIR.)
İzmir’den başlayıp Mersin’e, Gaziantep’e uzanan, anılan kentlerin büyükşehir belediyelerince kurulduğu dillendirilen “şehir tiyatrosu” haberleri yayılınca kırk yıl önce Denizli’de gerçekleştirdiğimiz “tiyatro deneyimi” üzerine bir kez daha eğilmeyi, tartışma zemini üzerinde konuyu değerlendirmeyi, kendi payıma gerekli görüyorum.
Hoş, hem “kent tiyatrosu” sorunsalı temelinde hem de bunun örnekleri bağlamında alınabilecek öyle çok yazı kaleme aldım ki, bunlar nicelikçe, nitelikçe birkaç kitabı doldurabilecek boyuta vardı diyebilirim rahatlıkla.
Tiyatro adına yapılan her eylem elbette tiyatro sanatı içinde ele alınır, doğaldır. Resim, müzik, edebiyat bunların her biri, alansal anlamda nasıl tek bir ayraç içinde alınabiliyorsa tiyatro için atılan her adım, eylem, tutum, söz, bu bağlam içinde düşünülebilir.
Sonsuzca geniş dağar içinde mağara resimlerinden Leonardo’ya, Anadolu’nun herhangi ücrasında kendince uğraşan birinin resmine kadar tümü resim sanatı içinde yer alır. Tiyatro biliminden tiyatro sanatına, oyunculuktan yönetmenliğe, amatörlükten profesyonelliğe, farklı biçemlerdeki tiyatrolardan tiyatro tekniğine, oyun metninden dramaturgiye, deneye, seyirciden sahneye, salona, masktan perdeye, gişeye tiyatroyla ilgi bağı kuracağınız her ne olursa bunların tümü tiyatro paydasında birer öğe, madde başlığı alınabilir çünkü.
Bilimde de böyle değil midir, “alan” çok geniş bir yelpazeyi dile getirir, ama bunun içindeki her uğraş, doğal olarak alanda anılacaktır.
Tabii bütün alanların kendine özgü kuralları olacak, sanatın da kendi yasalarından söz edilecektir o zaman; bir sanat felsefesinden, estetikten. Bilim için de geçerli bu. Diyeceğim her alan, kendi ölçütleri doğrultusunda bir açılım sergileyecektir.
Süzme, ayırma olgusu girecektir araya, kuramsal temele göre alansal sınırlar, bunları birbiriyle ilintilendiren kurallar öne çıkacaktır. Zanaat, folklor denildiğinde, amatörlükten söz edildiğinde ya da şu bu, neden söz ediliyorsa bunlar, söz konusu ölçütler doğrultusunda ele alınıp değerlendirilecektir kaçınılmaz biçimde.
Şimdi biz belediye ödenekli şehir tiyatrosundan ayrı belediyeden bağımsız ya da özel konumda kent tiyatrosu olgusuna dönelim kavram olarak.
Bir kentte tiyatro yapmak, o yöre insanlarıyla birlikte birbirini tetikleyen, etkileyip geliştiren, belirli bir yöne doğru eviren bir tiyatro eylemini, dinamizmini almak gerekiyor. Bu çerçevede kent tiyatroları çete ya da gerilla savaşı örneğiyle uyumlu nitelik taşıyacaktır ister istemez. Öteki, kabaca lejyon askerlerinin savaşına benzer. Dışarıdan gelmiştir, bu işi yapmak üzere. Güçlü bir tekniğe sahiptir, ama tiyatrodan beklenen liyakati göstermeyebilir.
Türkiye’de Ordu’da başlayan kent tiyatrosunun yüzyıl önce, Kurtuluş Savaşıyla harmanlanarak atak yaptığını, geliştiğini biliyoruz. Darülbedayi, saltık anlamda bir sanat tiyatrosuydu, tiyatro sanatının gerekleriyle yol alıyordu. Bir toplumun buna gereksinimi olacaktır kaçınılmaz biçimde, çünkü tiyatroyla ilgili tiyatro estetiğinin temele alındığı bir ölçüt ortaya konulması zorunludur.
Kent tiyatrosu, tiyatro sanatının ölçütü olmak gibi sav taşımaz. Sürdürülen gerilla savaşıyla tiyatronun içindeki efeler, kendilerini geliştirebiliyorsa, seyircisinde kentlilik bilinci oluşturup onları olgunlaştırıyorsa, öte yandan seyircinin de tiyatro sanatından içeri girmesini sağlayabiliyorsa, çete, söz konusu savaşı başarmış sayılabilir.
Kent halkevlerinde seksen-doksan yıl önce yapılan tiyatro çalışmaları, kentlerde bu yönde bir seyirci var etmiş, sonuçta kentlerin halkevi tiyatroları tek tek kendi seyircisini yaratıp ama sonuçta bir büyük seyirci kitlesinin tohumunu atmıştı ülke düzeyinde.
İşte DE-Tİ kısaltmasıyla andığımız Denizli Tiyatrosu da kırk yıl önce bu hedef doğrultusunda yola çıkmıştı.
Bugün Denizli’de tiyatro bağlamında yapılan, yürütülen çalışmalarda, atılan her adımda Halkevlerinden DE-Tİ’ye uzanıp gelen pek çok emek bulunduğunu hiçbir zaman unutmamak gerekiyor.