Şenay Eroğlu Aksoy Öykücülüğü…
M.Sadık Aslankara
(23 Nisan 20 Yazısıdır.)
Şenay Eroğlu Aksoy, kısa aralıklarla yayımladığı iki öykü kitabıyla, öykücülüğümüz içinde kendine belirgin yer edinmeyi başarmış bir yazar. Bu çerçevede öykülerini imgeleme ağırlıklı yapılandıran bir öbek 1990 kuşağı yazar arasında anılması gerekenlerden.
Öyküyü içten içe, salt iç çeperde yapılandırıp “sessizlik”le öne çıkaran, öykülerinde hep sessizliği örüntüleyen bir yazar. Evlerin Yüreği (2012), Gece Çığırtkanları (2015) adlı iki kitabında tekil örnekler farklı da olsa, yazarın öyküleme kavrayışı, soyutlayım düzeyi temelden çatıya birbirinin bütünleyicisi konum sergiliyor.
Söz konusu öykü toplamlarında öne çıkan en belirgin yan, anlatı evrenine içeriden bakış getirilmesi, olgulara, evin ya da gece veya gölgenin kendi öznel açısından bakılması, sonrasında açı değiştirilmese de buna bir karşı açı eklenip minyatür halde dıştan bakış yüklenmesi bana göre. Ancak bunun yine de dolayımsız bir bakış açısı olduğunu söyleyebiliriz.
Bir ortak yan buysa kitaplarında öteki de, bulmaca kurarcasına, öykünün gizler kuşanmış kimi ustalarını da anlatılarına konuk alıp, söz konusu yazarların içlerine doğru “yürüyen köklerini bulmaya çalışmak” biçiminde özetlenebilir.
Bu veriler, onun, duyarlıkları işleyiş biçimiyle öne çıktığını gösteriyor. Zaten Şenay, bu öyküleri tel tel işleyerek yapılandırıyor. Ayrıntılar, yan anlamlar, örtükleştirildiğinde hele, apaçık birer kılavuza dönüşüyor. Onun kaleminde metinler minik düğümler ya da ilmeklerle, okur tarafından sökülüp takılabilen öğelerle, teyel dikişleriyle bütünleniyor. Tam bu noktada, yazarın enikonu şiir işçiliği hendesesinden geçtiği öne sürülebilir bana göre.
Onun içindir ki perdelenmiş yaşamlar, “evlerin yüreği”nde görece aralanıyor, bu yolla kadınlar kendi örtüklüklerinden arındırılıp birazcık olsun görünür kılınıyor. Nitekim içleriyle de susturulmak istenen, üzerlerine “soğuk su gibi yayılmış” erkeklere rağmen kadınlar, yoğun artalan dokusuyla örtüklüğünü sürdürüp bu haliyle bile görünür kılınıyor. Derin ama gizlenmiş acıların işlendiği anlatılarıyla okurda sarsıntı yaratmayı başaran bir öykücü Şenay.
Onun içindir ki susturulmak istenen bu evlerin yüreği, kadınların yanı sıra ”erkek dünyası”nı da ustalıkla gösterebiliyor. Çünkü aynı çekirdekten geldikleri halde erkek, sonraki yıllarda toplumsal cinsiyet rolünü alabildiğine içselleştirmiş oluyor. “Maksut”ta şöyle söyler öykü kişisi sözgelimi: “Aslına bakarsanız aynı mahallede büyüdük biz. Aynı naylon ayakkabılarla koştuk topun arkasından. Ben kız, o erkek olmamıza rağmen top oynadık, evcilik oynadık birlikte. Sonra o avcı, ben av oluverdik.” (Evlerin Yüreği, 60)
Bu durum bizi, ilişki-iletişim kopukluğu kadar parçalanmış kişilikler gerçeğinin de önüne çıkarıyor bir biçimde.
Buradan kalkarak Şenay’ın, deneme türünü öyküleştirmeyi başarmış bir görüntü verdiği bile öne sürülebilir, gözünüzü kısıp da süzük gözlerle bir çalım baktığınızda ona. İstense başarılamayacak bir yaklaşım belki bu.
Ancak yazarın yoğun bir dil işçiliğine yaslandığı unutulmamalı hiçbir zaman. Bildik sözcükler de olsa, bunlar parlatılıp kimi yanışlar kazandırılmış yepyeni söyleyişler halinde çıkabiliyor karşımıza.
Bütün bunlar Şenay’ın öykülerinde bir sessizlik, dilsel zenginlik, kişilerde canlılık, biçemde çağıltı üretmekle birlikte distopya öyküleri olarak alınabilir pekâlâ. Hadi biz kestirmeden giderek evlere kapatılmış ama yürekleriyle o evleri ölü-diri sürekli canlı tutan hayat sakası kadınların sessizlikle yükselen çığlıkları diyelim buna.
Şenay Eroğlu Aksoy, “evlerin yüreği”ni bu başlıkla kitaplaştırır, okur, bunu bu yönde kabullenip sarmalarken aynı zamanda belleğinde bir kavramsallık tortusu olarak bunu yeni baştan kurabiliyor. Soyutlamanın ötesinde eksiksiz bir dönüştürümle okur karşısına çıkan yazar, evlerin sepet sepet dolu yüreğini getiriyor bu öykülerde.
Sonuçta yazar, güçlü bir kavramsallığın eşiğinde tutabiliyor öyküyü.