ÖYKÜ ÇİLİNGİRİ; M.S.Aslankara; ÖYKÜDE HAMURU İYİ KARMAK…

ÖYKÜDE HAMURU İYİ KARMAK…

M.Sadık Aslankara

“Oyun hamuru”ndan söz edilir de “öykü hamuru” diye bir şeye değinilmez. Öykünün kendisi de bir tür oyundur elbette. Böyle olduğunda öykü hamurunun ustalıkla değerlendirilmesi zorunluluk olur çıkar. O hamurdan mutluluk dermek, yani herkesin severek okuyacağı, beğeniyle içinde gezineceği, evreni, kişileriyle, dili, biçemiyle, kurgusu anlatısıyla oyunlar oynayacağı güzel öyküler kaleme almak anlamına gelir. Bunun için gerçekten de hamurun iyi karılmasını, bunun ustalıkla, yerli yerinde kullanılmasını bekler öykü sanatı.

Öykü, hamur, yazar üçlüsünde hamurla öykü birbirinin tutkalı, oyunsa bunları bütünleyen bir sacayağıdır denebilir.

Bu girişin ardından önceki yazımın devamını getireyim şimdi de.

Bu yıl, önerilen iki ayrı öykü yarışması için, seçiciler kurulu üyeliğini üstlendiğimi söylemiştim daha önce.

Biri, yazarların ancak belli tarihler içinde yayımlanmış öykü kitaplarıyla katılabileceği, yıllardır sürdürülen bir yarışmaydı, ama öteki, rumuzla tek öykülerin katıldığı süreğenlik göstermeyen türden bir yarışmaydı.

Rumuzla katılan öykülerin yazarlarını benim de tanımadığım gerçeğini göz ardı etmeksizin ama bu arada öykücülere yararlı olabileceği kanısı taşıdığım için, okumalarım sırasında tuttuğum kimi notlarımı paylaşmanın yararlı olabileceğini düşünmekten alamadım kendimi, bunları, örneklerle aktarabileceğimi de gördüm ayrıca.

Örnek sayısını fazla tutmanın olanaklı olması nedeniyle notlarımı yine iki-üç bölüme yayabilirim.

İyi bir öykü oyunu ortaya koyabilmek için hamurun iyi karılması önemli. Bunun için ilk yapılması gereken öykünün sıkı tutulması, hamurun tam kıvamında karılması, donunun iyi toparlanması gerekiyor. Bir pamuklu kumaşı, yıkamadan işleme alır, diyelim modele göre keserseniz, sonrasında kumaş nasıl çekebilirse, öykü de okuyanda bir eksiklik duygusu bırakabilir kolayca. Ya da hadi bolca kestik diyelim kumaşı, yıkandığında-okunduğunda nasılsa çeker deyip saldık öylece, ya bu sefer de kalkar hamura bulaşırsak ne olacak?

Bunları önlemenin tek yolu, öyküyü, kendi gerekirlikleri yönünde yapılandırmanız, doygunluk düzeyini kavrayıp o aşamada tutmanız. Gereksiz yığmadan ya da dolgu ayrıntılardan sakınmamız. Önümüze gereksinirlikleri karşılanmış, ne gepegevşek ne de sımsıkı öykü olarak gelmeli metin, o zaman öykü kendi gerçekliğiyle somut biçimde karşımızda duruyor olacaktır.

Bunu okuduğum öykü örneklerinden kalkarak göstermeye çalışayım.

1.Hemen pek çok yazarın düştüğü bir hata, tümce içinde sözcüğü birden fazla kullanmak, öykünün gevşemesine, yayılmasına yol açıyor.

Örnekler: “…irin patlayan yanardağdan sızan lavlar gibi sızıyordu.”; “Sahibinin çöl tazminatı aldığı mataradan birkaç yudum aldıktan sonra…”; “…limanın kirli sularını yarıp geçerken karşı yönden gelen bir başka vapur geçti…”; “Sulandırılmış kahve telvesi rengindeki yağlı pis sular…”; “Oyuncakçı dükkânının vitrinindeki rengârenk oyuncaklar ne kadar güzel görünüyordu.” (Tümce, “Dükkânın vitrinindeki rengârenk oyuncaklar…” biçiminde kurulsa, “Dükkân” sözcüğü de rahatlardı.); “…Her karışını gezeceğim yıllar önce gezdiğimiz yerlerin.”; “Bu kız kendine güveni olan ve doğru bildiğini söylemekten sakınmayan bir genç kızdı.”; “…Her zaman oturduğu duvar dibine oturdu.”; “…Düşmanlarına vurur gibi vurdukları topun…”; “…Bir sürprizin olmasını ne çok olsun isterdi…”; “…işgal ediyor olsa da hâlâ oldukça geniş…”; “Aklıma bir üst kata çıkıp ana kapıyı kullanarak dışarıya çıkmak geldi.”; “…Öğretmen evini görünce eski bir tanıdığı görmüşçesine sevindi.”; “Tramvay geçtikten sonra karşıya geçti.” vb.

2.“…Olan”, “…bulunan”, “…içine”, “…üzerine”, “…doğru” “…yılı” “…günü” vb. kimi sözcükler, yanındaki sözcükle birlikte kullanıldığında bir fazlalık olabilir.

Örnekler: “…Oldukça büyük olan parkın içine girdi.”; “…Yıkanmamış olan çay bardağımı…”; “…Oturma banklarının olduğu dar koridordan arka sahanlığa doğru yürüdü.” (Bunlarda “olan”, gereksiz yineleme; son örnek tümcesi şöyle de düzenlenebilir: “…Oturma banklı dar koridordan arka sahanlığa yürüdü.”); “…Caddesi’nin girişinde bulunan tunç…” (“Bulunan” gereksiz; “Girişindeki” yeter); “…Tencereyi ve tavayı lavabonun üzerine koydum.” (“Üzerine” gereksiz, “Lavaboya” yeter); “…Çöp kovasının içerisine koydum.” (“İçerisi” gereksiz, “Kovasına” yeter); “…Vapur iskelesine doğru yürüdü.” (“Doğru” gereksiz yineleme) “…10 Nisan gününü seçmişti.” (“10 Nisan’ı” demek yeter.); “Ve bu burcun tertip ve düzen ile ilgili olan tüm özellikleri…” (“Olan” gereksiz; ayrıca “ile” de “düzenle” denilerek ulanmalı.).

3.Kimi sözcükler, ek aldığında okuma, algılama sıkıntısına yol açabilir. Örneğin, “ulaşamamamın”.

4.Hemen herkesin yerli yersiz kullandığı kimi sözcüklerinin âdeta birer orta malına dönüştüğü görülebilmeli. Örneğin “Kadim” vb.

5.Ayrıca yazınsal değeri olmayan, daha çok halk kullanışı bağlamında alınabilecek “aynıyla vaki”, “hangi ara”-“ne ara” vb. söyleyişler de öyküye yakışmaz.

6.“Tabii” sözcüğü neredeyse kullanılmaz olmuş öykülerde, bunun yerine hemen her yazar “tabi” diyor. Öykülerde tabii yerine tabi yazıyorlar oysa iki sözcük farklı anlamlarda.

Buna benzer daha başka örnekler üzerinden konuyu önümüzdeki hafta da sürdüreceğim. Sonra genel bir özetleme ve çerçeveyle sözü, öyküyü sıkılamaya, bunu öykü hamuru olarak değerlendirmeye getirip bunun önemine değineceğim.