Fulya Bayraktar;
“Bana Öyle Tuhaf Bakma”…
M.Sadık Aslankara
Lacivert, Ankara’da dört kadının on beş yıldır aralıksız yayımladığı bir “öykü ve şiir dergisi”. Kim bu dört kadın: Ayşegül Tercan, Fulya Bayraktar, Sofya Kurban, Tümay Çobanoğlu.
Sayfaları, “öykü”yle, “şiir”le örülü, genç şairlerle öykücülere bağrını açmış, yayınını düzenlilik içinde sürdüren bir dergi var karşımızda. Öteki dergilerin büyük bölümü daha çok şiire ya da öyküye, tek türe ağırlık verirken Lacivert, bu iki türde de dengeyi gözetiyor görebildiğimce.
Fulya Bayraktar, Lacivert’i çıkaran kadınlardan. O da öykücü. İlk kitabı üzerine yazmıştım “Kitaplar Adası”nda: Yuh! (2015), ikincisi de aynı yayınevinin, NotaBene’nin etiketiyle okura ulaştı: Bana Öyle Tuhaf Bakma (2019).
Öykülemeyi iyi bilen, anlamlandırma ağlarını iyi kuran, ötesinde yan anlam ilmekleri döşemeyi, ayrıntılara işlevsellik yükleyerek artalan yaratmayı ustalıkla başaran bir yazar Fulya. Öyküsel içerikte, anlamlandırmaya geniş bir alan açmakla birlikte anlatmayı önceleyip okuru daha çok bu yönden kuşatmaya girişiyor denebilir.
Yazar, nasıl bir kavrayışla öyküler yazacağının ipucunu vermekten kaçınmıyor zaten. Nitekim öykü kişilerinden biri, “[b]aşka insanların neler yaptıklarını, neler yaşadıklarını gözlediğinde ancak, hayata karıştığını hissed(er).” Bu arada bir başka öykü kişisi de şöyle söylemekten alamaz kendisini: “ne olur beni de yaz.” (2019; 14, 21)
Fulya, kişilerini gündelik yaşamda çeşitli olayların içinden çıkarıp yapılandırıyor. Yazar, anlatısında, okuru doğrudan öykü kişileriyle baş başa bırakabilseydi ortaya çıkan insan portreleri çok daha can yakıcı bir konum sergileyebilirdi herhalde. Zaten doğru yaklaşımla öyküyü, kişilerinde gören, bunu onlarla sürdüren bir anlayışa sahip Fulya. Bu çerçevede dışavurumcu, izlenimci öyküleme peşinden gittiği de söylenebilir Fulya’nın. Tabii gerekli yazınsal yerleştirimle, süslemeyle. Bu arada yazarın biçemsel, biçimsel arayıştan bıkmadığını ekleyeyim. Böylelikle metni çeşitlendirip renklendirmeyi biliyor o.
Bana Öyle Tuhaf Bakma’nın ilk bölümünde, anlatıcının yakaladığı, gözlediği her öyküde geçen “tuhaf tuhaf bakma” yargısı hoş bir leitmotive dönüşüyor. “Tuhaf Sensin” başlığını koyduğu ikinci bölümdeyse yargı, bu kez bunu getirene yöneliyor denebilir.
Yer yer hoş alaysılıkların kestiği anlatı, okuru enikonu eğlenceli bir okumayla buluşturuyor. Sonuçta Fulya Bayraktar, yaşanılan “tuhaf”lıklara bakarken aykırı açıdan yaşanılanları süzgecinden geçirmeye girişiyor. Böylelikle ilgiyi de hak ediyor bana göre.
Öte yandan öyküye emek verdiği kadar öykücülüğümüze de emek veren, bunun ağır yükünü sırtlanmış, yazınımızda üzerinde durulması gereken saygın adlardan biri Fulya Bayraktar.