ÖYKÜ KİTAPLIĞI M.S.Aslankara; Melisa Kesmez’den Denemesel Öykü; ”Nohut Oda”

MELİSA KESMEZ’DEN DENEMESEL ÖYKÜ:
“NOHUT ODA”…

M.Sadık Aslankara

Melisa Kesmez’in üçüncü öykü kitabı, Nohut Oda (İletişim, 2019) adını taşıyor. İleride, Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz (2014) ve Bazen Bahar (2015) adlı ilk öykü kitaplarını da harmanlayıp “Öykücek”te bütünsel bakışla genel bir değerlendirmeye girişeyim istiyorum ya, bakalım artık ne zaman gerçekleştiririm bunu. Mehmet Fırat Pürselim öyküleri için de düşünüyorum bunu.

Nohut Oda’nın “denemesel öykü” gibi bir anlatısal yapıyla okuru karşıladığı söylenebilir. Bu öne sürüş, Melisa’nın öykülerinin, deneme diline, mantığına yaslandığı anlamına gelmiyor. Çünkü deneme değil anlatı yapısı, denemeye çalan ama bu arada öyküden kopmayan “denemesel” bir biçem denebilir daha çok bunun için.

Ama Melisa, kitaptaki bu öykülerle çok değil, yirmi yıl kadar önce okur önüne çıksaydı, geleneksel yapıda, biraz da denemeye çalan yanlarıyla kendini gösteren verimlerin yazarı olarak karşılanabilirdi pekâlâ.

Son yıllarda hemen her yazınsal tür, bütün öteki türlerle yakın ilişkilenişe dayalı yapı sergiliyor denebilir oysa. O zaman, sözgelimi deneme de enikonu öyküleşebiliyor. Nitekim kimi öykücülerin, örnekse Faruk Duman’ın denemeleri buna dönük örneklenebilir pekâlâ.

Nohut Oda, adı üzerinde bir tür “nohut oda” olarak anılan ev içlerine yönelik sorgulayıcı eleştirel vurgularıyla, yanı sıra ciddi getirimleriyle öne çıkıyor yine de. Ne var ki öyküsel öğeler, bu çerçevede daha çok klasik biçemle akarken öyküsel gereçlerse alabildiğine çeşitlilik yansıtıyor diyeyim. Hatta yazarın, ev içlerine dönük yaklaşımında, öykünün kapsanık dil-mantık yapısını, denemenin manivelasıyla kaldırıp anlatıya farklı boyut ve derinlik kattığını söylemek de olanaklı.

Aşağıya sıraladığım tümceler, bu bağlamda yukarıda dile getirdiklerimin tanığı örnekler olarak alınabilir pekâlâ:

“…[H]er şeyden önce bir ülkeden nasıl gidilir, bir ülke nasıl geride bırakılır, bir ülke insanın ne zaman canına tak eder, insan bir ülkenin tekmesine tokadına hangi noktada artık dayanamaz olur…” “[K]apıyı pencereyi dışarının çirkinliğine istediğim kadar sıkı sıkı kapatayım, dışarıda fokur fokur kaynayan cinnet açık unuttuğum bir aralık bulup içeri süzülüyor, beni ağılı bir duman gibi sinsi sinsi zehirliyordu.” (18, 19)

“Annesinin geniş kanatlarının altında, doğduğu günden bu yana pamuklara sarılmış, öpülüp koklanmış, büyümesine hiç gerek olmamış, büyümesi ondan hiç istenmemiş, hiç düşünmemiş, ne zaman düşecek gibi olsa altına dünyanın en yumuşak minderleri serilmiş, ne zaman yuvadan uçmak istese bu boş hevesten derhal bir yolu bulunup vazgeçirilmiş, kırk dört yaşında bir insan yavrusu…” (40)

“Ailemizi aynı çatı altında kenetleyen şey eşyaydı sanki; tek sandalyesini kullanmadığımız dört kişilik yemek masamızdı, odalarımızı birbirine bağlayan koridorlardı, yüzümüzü birbirimizin ıslaklığına kuruladığımız havluydu, paltolarımızı birbirine sarılma mesafesinde muhafaza eden portmanto, çamaşırlarımızı birbirinin kirli sularında döndürüp duran çamaşır makinesi…” (49) vb.

Yukarıdaki örnekler, dışarıdan ev içine yani o “nohut oda”ya dönük bir bakış getirdiği kadar bu odadan dışarıya dönük, odadakilerden birbirine dönük eleştirel yaklaşımlarla da örgüleniyor.

Ne var ki hepsi yine birey tekinin odağında toplanıyor.

Öykü de zaten böyle çıkıyor ortaya. Bu yanıyla da Melisa Kesmez’e öykücülüğümüzde enikonu ivme kazandırıyor.