Serkan Fırtına Öyküsü Üzerine
M.Sadık Aslankara
İlginç bir öyküyle geliyor Serkan Fırtına: “Ruh Bağışı”.
Anlatı, biçemsel açıdan herhangi dikkat çekici açılım getirmiyor aslında, hatta “sıradan” anlatıymış havasında kuruluyor ama yine de ilginç olmayı başarıyor metin. Bunun nedenleri üzerinde duralım gelin…
Gerçekten bu öyküyü “ilginç” kılan ne acaba, bu doğrultuda ne tür dayanaklarla karşılaşıyoruz metinde?
- Serkan, kökeni bin yıllara uzanan söylenlerden destek alarak kuruyor aslında anlatısını. Dikkatli bir göz hemen yakalayabilir bunu. Tek örnekle yetineyim: Dede Korkut’taki Deli Dumrul anımsanabilir burada. Deli Dumrul, kendi canına karşılık Azrail’e vermesi gereken bir can arıyordu en yakınları arasında. Serkan’ın öyküsünde ise ölüme hazırlanan anlatıcı, ruhunu bağışlayabileceği kişiyi arıyor yine yakınındaki halkada.
- Yazar, bu izlekten yararlanmaya yararlanıyor ama öykü evrenine yerleştirirken kara anlatı çerçevesine oturtuyor yine de bunu. Sonradan bu soyutlayımı bir yandan aykırı gerçekçi temele yaslıyor öte yandan anlatıma sinen duyarlıkla çelişik soğuk, uzak mesafeye dayalı bir karalık pompalıyor metne, açık kapalı.
- Yazar, bütün bunları az sözcüklü, kolay anlaşılır kısa tümcelerle, üstelik doğrudan düz anlatımla aktarıyor. Yani herhangi söz hüneri yansıtmaya girişmiyor.
Bu üç özellik, karakterin en yakınını sarmış görünen kişiler aracılığıyla sınanarak bir kez daha okur önüne getiriliyor. Okur, aslında bu ruh bağışının kabul edilmeyeceğini biliyor daha işin başında, ama bir şaşırtmaca beklemiyor da değil enikonu.
Şaşırmıyor okur, ne ki “organ bağışı” yerine bir “ruh bağışı” söyleminden kalkarak bu dümdüz kara anlatının peşine takılıyor, kestirilebileceği gibi sonrasında aynayı kendisine çeviriyor.
Serkan Fırtına, anlatısında iyi bir sonuç yakalıyor böylece. Yeni denemeler, yeni öyküler bekliyorum sizden Serkan…