ÖYKÜ: Semrin Şahin; ONDANCI

Hayatın İçinden Öyküler
Semrin Şahin

M. Sadık Aslankara’nın ‘Ondancı’ öykü kitabında pencereyle duvar arasında sıkışıp kalmış bir çocuğun farklılık arama, hayatta kalma mücadelesi bizi sarsar. O yatalak çocuk olur, onun gözünden bakmaya başlarız dünyaya

Edebiyatın en güzel yanı empati duygumuzu artırması bana göre. Şimdiye kadar hiç yatalak bir çocuğun gözünden baktınız mı hayata ya da onun duygularına, gücüne şahit oldunuz mu? Çevrenizde böyle kişiler yoksa eğer hep yabancı kalır bu duygular bize. İşte M. Sadık Aslankara ‘Ondancı’ öykü kitabında çocuk felci geçirerek yatağa bağlı kalan bir çocuğun gözünden anlatılan öyküler kaleme almış. Bu öyküler bizi güvenli limanlarımızdan çıkmaya bir çağrı adeta. Bu öykülerin odağında çocuk ve annesi vardır. Pencereyle duvar arasında sıkışıp kalmış bir çocuğun farklılık arama, hayatta kalma mücadelesi bizi sarsar. O yatalak çocuk olur, onun gözünden bakmaya başlarız dünyaya.

‘BASBAYAĞI BÖYLE!’

‘Ondancı’ on öyküden oluşuyor. Bu öykülerde on dört yaşındaki, yatalak çocuk anlatıcıdır. Anlatıcının bedensel eksiklerine karşın zengin ve karmaşık iç dünyasını büyük bir ustalıkla gözlerimizin önüne serer Aslankara. Kitaptaki öyküler anlatma ve kurgulamanın ötesinde insanlığa dair bir alana göz diker. Yatalak bir çocuğun güçlü duruşuna tanıklık ederiz kitap boyunca. Kendi durumunu büyük bir yüce gönüllükle kabul eden bir çocuk vardır karşımızda. ‘Kediler Köpekler’ öyküsünde “Onaylanmak, kabul edilmek istiyorum o kadar. Çok mu bu? Madem böyleyim, neysem öyle… Eksikli gedikli, kusurlu noksanlı değil! Basbayağı böyle!” (s.54) diye anlatır.

‘ONDAN OLMAYA HAZIRIM’

Ortada acınılacak bir durum yoktur aslında. ‘Kuşlar’ öyküsünün giriş paragrafından da anlarız bunu. Yazar baharı, güneşi, ağaçları anlatarak yaşama sevincini ta iliklerimize kadar hissetmemizi sağlar öyküde. Umut dolu olması güç verir bize:

“Hadi bilin bakalım, bahar nasıl başlar? Buharla. Evet, bahar, buharla…Nasıl mı? Ağaçlar, dallar kış yoksulluğunu atlatıp kar baskısı, yağmur kamçısı, fırtına uğultusundan kurtulduğunda şöyle başını doğrultuyor ya hafiften. Güneş de çınlıyor mu üzerinde…”( s.57)

Kitapta dikkati çeken başka bir unsur da öykülerin birbirleriyle bağlantılarının çok sıkı olması; hatta okur bir roman okuyormuş hissine kapılır kitap boyunca. Yazarın dilinin zenginliği de dikkatimizi çeker. Okurken “gülükseme, doluksama, erimimden, ıhma…” gibi sözcükleri fark ederiz hemen. Kitabın adı bile yazarın türettiği, çocuğun dilinde anlamlandırdığı bir sözcüktür: Ondancı. İlk ‘Cibinlik’ adlı öyküsünde geçer bu sözcük. Çocuğun annesi işten geldikten sonra birlikte oynadıkları oyunun adı Ondancılık’tır. Annesi onu sırtına alıp odada uçarcasına gezdirir onu. Öykünün sonunda çocuk çok keyiflidir ve ondancı olmuştur artık.

“Evet, dedim, uçmaya, ondan olmaya hazırım! Ondancıyım ben!” s.107
Annesine olan hayranlığı hemen göze çarpar öykülerde. İlahi varlıktır anne: “Onu yazsam. Öyle yakından tanıyorum ki… Kimselerin bilmediği bir anne. Tamam, beni de bilmiyorlar, ama kendimi tanıyorum, oysa saksı altlığı oğlu için her gün akşama kadar ölerek çalışan, eve, pencere önündeki minik hurcuna döndüğünde yeşeriveren anında. Ona hayat sunmak için yeniden dirilen…” s.62

‘Muzlar’ öyküsündeki saksıya diktikleri muz fidanının tutmaması ve muz fidanına inat, yaprağı güzelin yeşermesi, hayata tutunması anlatılır. Çocuk kendini muz fidanına benzetir, annesi ise yaprağıyla güzeldir aslında. Gerçekler karşısında hayattan beklentilerimizi sorgulatır bize. Bir annenin oğlunun kısırdöngü halinde devam eden hayatını renklendirmek için elinden geleni yapmasına şahit oluruz. Çocuğun pencere önünde yazı yazmasını, blog kurması veya Watpadd’e yazdıklarını yayımlatmayı düşünmesini, origamiye merak salmasını, resim yapmasını renkli dünyaları hayal etmesini büyük bir hayranlıkla okuruz. Kendi durumunda olan insanları hayal eder çocuk. Öykülerin arasından Stephen Hawking, Server Tanilli çıkıp selam verir bize. İnsanın kendine olan inancıyla karşı karşıya kalırız. Umutla inanç kol koladır.

“Kâğıttan bin turna katlayan insanın dileği kabul olurmuş” (s. 59) der çocuk ardından da “Bin ayrı turna yapsam Berkin için?” (s.64) diye sorar Kuşlar öyküsünde. Ne güzel masum bir sorudur bu. Ben de burnum sızlayarak yaşadıklarımıza inat içimizde yeşeren güzel bir insanlık hayali için bin turna yapsam ülkem için, diye düşündüm. Düşündüğüm, hissettiğim onca şey arasında bana göz kırpan en güçlü şey buydu. Kısacası Ondancı içimizdeki umudu perçinleyen, insanlığımızı sağlamlaştıran öykülerden oluşuyor. Okuyup düşünelim, düşündükçe anlayalım diye.

 

(Yukarıdaki yazı BirGün gazetesiyle yazar Semrin Şahin’in hoşgörüsüne sığınılarak aktarılmıştır. )