ÖYKÜ: Ekin Karahan; ONDANCI

Ondancı

Ekin Karahan

Kısa bir zaman önce sevdiğim bir yakınım elime bir kitap tutuşturdu. Kitabı okuyup değerlendirmemi istedi ve yazarının kitap hakkındaki düşüncelerimi öğrenmek istediğini belirtti. Çok uzun süredir, kendi okuma listeme başkalarının müdahale etmesine izin vermiyorum. Kitabı her zaman kendi merakım ve ilgi alanlarım çerçevesinde beni gelişmeme yardımcı olacak bir araç olarak gördüm. Ne Türk klasikleri okurum, ne de dünya klasiklerini. Bu konuda da çok fazla eleştiri aldım. İçlerinden haklı olanlar da vardı, haksız olanlar da. İnsanlar yazılarımı okudukları zaman beni sürekli kitap okuyan ve edebiyatla iç içe olan biri gibi hayal edebiliyor, öyle de bir şey yok. Tam tersi, zayıf bir okur olduğumu bile söyleyebilirim.

Ondancı’yı elime aldığımda, uzun zamandır edebiyatçı bir yazarın kitabını okumadığımı fark ettim. Bu kitaba başlayarak, genelde okuduğum kitap türünün biraz dışına çıkmıştım. Kendimizi geliştirme potansiyelimizin her zaman konfor alanımızın dışnda bir yerlerde olduğu söylenir. Bunu bilerek, “haydi bakalım” diyip dalıverdim kitaba.

Ondancı, küçük yaşlarda çocuk felci geçirmiş ve babası tarafından terk edilmiş bir erkek çocuğunun annesiyle olan derin ilişkisini anlatıyor. Evlere gidip temizlik yaparak para kazanmaya çalışan, güçlü ama bir o kadar da başı öne eğik bir annenin maddi yetersizliklerden dolayı sürekli ev değiştirmesi ise hikayeye bambaşka bir boyut katıyor. Kitabı okurken, engellilikle ilgili tecrübelerimden dolayı ilk baktığım nokta, çocuk ile anne arasındaki ilişki oldu. Engellilik konusunda sıfır tecrübesi olan bir insanın, bu durumu bu kadar iyi işleyebilmesi beni çok şaşırttı. İki hafta önce tanıştığım, kitabın yazarı sevgili Sadık Aslankara ile yazarlık üstüne konuşurken, kendisine “İyi bir yazar olabilmek için iyi bir edebiyatçı olmak mı gerekir?” şeklinde bir soru yönelttim. O da “Edebiyatçı olman gerekmiyor. Yazarların en büyük özelliği iyi birer yalancı olmalarıdır, bizler yalan satarız. Başarımız, insanları bir yalana ne kadar iyi inandırabildiğimize göre değişir. Bunu yapabilmen için okurunu, kelimeleri kullanarak kelimelerin ötesine geçirebilmen gerekiyor. Kısacası, iyi bir cambaz olmalısın” diyerek cevap vermişti.

Ondancı kitabının, iyi bir cambazlık gösterisi olduğunu düşünüyorum. İki insanın ilişkisini incelemeye başladığımız zaman, şunu görürüz ki, “ilişki” adı altında anlamaya gayret ettiğimiz şey, aslında iki zihnin birbiriyle nasıl etkileşime girdiğidir ve bunu anlamak çok zordur. Bu nedenle, bu kitapta yapılmaya çalışılan şeyin, son derece zor olduğunu kabul etmem gerek. Buna rağmen Sadık Aslankara’nın, aslında son derece grift ve derin bir ilişki yapısını, hem derin gözlemiyle hem de yılların tecrübesiyle geliştirdiği cambazlık yeteneğiyle çok güzel bir biçimde ortaya koyduğunu gözlemledim.

Uzun bir aranın ardından engellilikle ilgili sunum çalışmalarına geri döndüğümde, bir çok şeyi yavaş yavaş unutmaya başladığımı fark ettim. Yaşadığım zorlukları unutuyorum, engelliliğin nasıl birşey olduğunu unutuyorum, etimle, tırnağımla kazıdığım günleri unutuyorum, insanların benimle dalga geçmelerinden her gün okuldan eve ağlamaktan şişmiş gözlerle geldiğim günleri unutuyorum. Hakkımın yendiğini unutuyorum. Aşağılandığımı unutuyorum. Bazen engelli olduğumu bile unutuyorum. Sanki böyle geldim, böyle gidiyorum. Unutmak gerekiyor değerli arkadaşlar, bazen de hatırlamak. Hele bazı şeyler var ki, aynı anda hem unutup hem hatırlamak gerekiyor. Ondancı beni geçmişime götürdü, hatırlamam gereken şeyleri hatırlattı, unutmam gereken şeyleri unutturdu. Başta Sadık abi olmak üzere, bana yol gösteren tüm yazarlara, tüm cambazlara selam olsun. İyiki varsınız!

(Yukarıdaki yazı, Ekin Karahan’ın hoşgörüsüne sığınılarak aktarılmıştır. )