SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; 100’LÜK CUMHURİYETİ KURAN KUVAYIMİLLİYECİLER…

100’LÜK CUMHURİYETİN KURUCULARI KUVAYI MİLLİYECİLERDEN BUGÜNE…

M.Sadık Aslankara
(26.10.2023 YAZISIDIR.)

Bugün 100. yılını kutladığımız Cumhuriyeti kuranların her biri Kuvayı Milliyeciydi. Onları etli-canlı insanlar halinde gözlerimizde canlandırmak güç gelebilir. 1880’ler 90’lar eşiğinde, on dokuzuncu yüzyıl sonlarında doğan, Cumhuriyet kurulurken kırklarını, otuzlarını hatta yer yer yirmilerini süren birer delikanlıydı hepsi de. Mustafa Kemal de [Atatürk] o kuvvacılardan biriydi işte.

Cumhuriyet kurulmadan daha adlarıyla, eylemleriyle yüreklerimizde taht kuran bu Kuvayı Milliyeciler, hepimizin kalbindeki yerini, varlığını koruyor kuşkusuz. Âdeta büyüyle kaplı bir havada aramızda gezinirken onlar, adlarının anılması, güçlü bir rüzgâr halinde bizi bugün de heyecanlandırmaya yetiyor.

Onlar gerçek söylence kahramanı, bu söylenin yaratıcıları olarak bizden sonra da bu konumlarını sürdürecek elbette. Ne ki günümüz gençlerinin Cumhuriyeti kuran bu kadroyla yüzyıl sonra duygudaşlık kurabilmesi güç. O zaman romanlar aracılığıyla bunun yolunu açabiliriz pekâlâ.

“Kuvayı Milliyeci” dediğimiz bu kahramanların gücü nereden geliyor? Bu soruya yanıt verebilmek için, ormanla yetinmeyip onu var eden ağaçları görüp tek tek seçerek tanımamız gerekiyor.

Öyle ya kim bu Kuvayı Milliyeciler, adları büyüye dönüşen bu güzel atlılar kim?

Gelin bu soruyu bir romanın sayfaları arasından gezinerek deşmeye girişelim. İşte İlhan Selçuk’un Yüzbaşı Selahattin’in Romanı  (Cumhuriyet Kitapları; [Alıntılar] I. ve II. Kitap, Dokuzuncu Basım, 2002) bunlardan biri.

Özlemleri, edimleriyle, tutumları, kılgılarıyla insanı çok daha derinden tanıma olanağı bulabileceğimiz en iyi adres “roman” herhalde. Kuvayı Milliyecileri, tarih kitaplardaki anlatımlarla değil, romanlarda gözler önüne serilen yanlarıyla almak bizi, çok daha çarpıcı, ilginç sonuçlara götürebilir. Çünkü bol ayrıntıyla işlenen kahramanlar, romanda bize bu savaşın ne anlama geldiğini, bunun arka alanını çok daha çarpıcı bir gerçeklik içinde aktarabiliyor. Yanı sıra şaşırtıcı bir canlandırma olanağı da sunuyor.

İlhan Selçuk’un “Önsöz”de belirttiğine göre, yapıt Yüzbaşı Selâhattin Yurtoğlu’nun anılarından oluşuyor. Ancak anılarda Yüzbaşı Selâhattin Yurtoğlu’nun enikonu silindiği, yerine “Yüzbaşı Selâhattin” adında bir roman kahramanının geçtiği görülüyor. Bu yüzden Yüzbaşı Selahattin’in Romanı‘nı hem anı hem roman olarak okuyabilmenin olanaklı olduğu gerçeği değişmiyor, çünkü Kuvayı Milliyeci Yüzbaşı Selâhattin dramatik örgülemeyle bütünleniyor.

Kuvayı Milliyeciler, korkusuzluğu, cesareti vefa duygusuyla, erdemle birleştiren insanlar. Felaketleri, acıları birlikte yaşayan insanların dayanışma duygusu içindeler hep. Aralarında bu yönde enikonu bir akrabalığın oluştuğu bile söylenebilir. Öyle ya, hepsi de birbiriyle omuzdaşlık yapan, birbirlerine güvenip sırt veren, ailelerini teslim edip, paralarını, varlıklarını, çoluk çocuklarını emanet eden insanlar. Bu kadronun, birbirine hep bağlı kaldığı görülüyor. Masalsı bir aile ahlakına sahipler, içlerinden birinin başına geleni, kendi başlarına gelmiş sayıyorlar. Her biri kendinde ötekini, ötekinde kendisini görüyor. Bu nedenle birbirlerinin ailelerine son derece bağlılar; arkadaşlarının eşlerini kendi eşleri, çocuklarını kendi çocukları gibi sahipleniyorlar.

Bu gözetme kavrayışı, özellikle ekonomik bağlamda belirgin biçimde kendini gösteriyor. Örneğin şehit düşenlerin eşyasını açık artırma havasında satıp parasını hemen ailesine gönderiyorlar. Kısaca Kuvayı Milliyeciler, birbirlerinin yoksul ailelerinin bakıcılığını da üstleniyor nöbetleşerek

Kuvayı Milliyecilerin, kabaca, “vatanını seven, ölümden korkmayan, kadına, paraya, rakıya zayıf olmayan” subaylar oldukları söylenebilir. Örneğin hepsi de yirmili, otuzlu yaşlarında genç subaylar olarak aynı ruhu soluyorlar. “Demir karakterli” olmak gerekiyor onlara göre.

Nitekim Kuvayı Milliyeciler hasta, yorgun, aç, uykusuz, acılı insanlar belki ama onurları, yurt sevgileri onları ayakta tutuyor yine de. Nitekim günlerce yıkanmadıkları, yıkanmak şöyle dursun çamaşır bile değiştiremedikleri oluyor. Yüzbaşı Selâhattin, 27 Haziran 1919’da, sonunda soluk alıp dinlenmek için Bursa’da bir fırsat bulduğunda şöyle der: “Eşyalarımızı Anadolu’ya ilk çıkışımızda Bandırma’ya bıraktığımızdan ben 23 Mayıs’tan bu yana, yani kırk gündür çamaşır değiştirmemiştim.” (II, 102)

Kuvayı Milliyecilerin dayanamadığı tek şey, onursuzluk. Her sıkıntıya katlanabiliyorlar, ama onursuz yaşamaya asla! Kurtuluş Savaşı’nın parolası olan “Ya İstiklal Ya Ölüm!” söyleminin altında Kuvayı Milliyecilerin bu onur anlayışı yatıyor. Onursuz yaşamaktansa elleri tabancalarına gidiyor. Bu tutumları, onlara, her an kendilerini yok edebilme gücü kazandırıyor açıkça.

Kendi bireysel yalnızlıklarında olsalar da, temiz, soylu birer erdem anıtı hepsi de. Ne ki ekonomik sıkıntı içindeler Kuvayı Milliyeciler. Onların paraya dönük tutumları, bir lokma bir hırka mantığına dayanıyor, yoksul bir yaşam biçiyorlar kendilerine.

Kuvayı Milliyecilerin, aşklarını, daha doğrusu kadınlarını da kendi karakterlerine uygun seçtikleri görülüyor. Çünkü geride kalan eşler de sorumluluklarını bilen yiğit kadınlar. Yüzbaşı Selâhattin, kendine eş olarak seçtiği Nimet için şöyle düşünür: “Nimet, kanlı bir ihtilalin içinde yazgısını bir ihtilalciyle birleştirmişti. Ben onu bir ihtilal arkadaşı gibi saymaya başladım. Bu duygu bağlarımı yoğunlaştırdı.” (II, 173)

Tam bir aşk bile yaşamadan cephede öne atılmış gençlerdir onlar. Aşklarını neredeyse yüreklerine gömerek, yurtlarının kurtuluşu, halkın özgürlüğü için çalışıyorlar hep. Örneğin şu satırlar, bize böyle bir kahramanı tanıtır: “Muzaffer hareket tarihinden bir hafta önce evlenmiş… Alay hareket emrini alınca kendisini İstanbul’da bırakmak istemişler. Yirmi dört yaşındaki delikanlı arkadaşları harbe giderken evinde karısıyla kalmayı aldığı terbiyeye sığdıramamış, alayıyla birlikte hareket etmiş… Muharebenin yoğun bir anında Muzaffer gırtlağına rastlayan bir kurşunla vurulup düşüyor.” (I, 212, 213)

Yüzbaşı Selâhattin, şunu da not düşüyor: “Halil Paşa’nın evrakını tasnif ederken Muzaffer’in karısından gelmiş bir mektubu buldum. Zavallı kadın diyordu ki:/ ‘-Bir haftalık beraber ömür sürdüğüm ve şimdi çocuğunu kucağımda taşıdığım Muzaffer’in intikamını almak için müsaade edin cepheye geleyim. Onun bölüğünde nefer olayım, ben de o bölükte şehit olayım.’ ” (I, s.213)

Onlar, cumhuriyeti kuran kuşak olduğu kadar cumhuriyetin var ettiği bir kuşağın da bireyleri kuşkusuz. Hem Cumhuriyeti kurdular hem ilk cumhuriyetçi kuşak olarak öne çıktılar Bu nedenle her ne pahasına olursa onun yanında yer alıyor, cumhuriyete desteklerini, katkılarını sonraki yıllarda hep sürdürüyorlar. Unutulmuşluğu, hak etmedikleri davranışları, hüzünlü kalpleriyle içlerine gömüyorlar.

Cumhuriyetin yüzüncü yılında Kuvayı Milliyecilerin geçmişte çektiği sıkıntılar karşısında derin acı, üzüntü duyuyorum. Bu utanmazlıklar ortamında utanmanın bir anlamı kaldıysa eğer…

Yüzüncü Yıl, kutlu olsun!