SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Akıntıya Karşı Çok Kürek Tek Yürek Edebiyat

Akıntıya Karşı Çok Kürek, Tek Yürek: Edebiyat
M.Sadık Aslankara
(12.4.2018 YAZISIDIR.)

Başkalarının yazdıklarını da kendi yazılarımmış gibi alışım mıdır yazının bende hep süregiden büyüsü? Bu yüzden midir her yazı, benim elimden çıkmış, uzantımmış gibi durur karşımda?

Buna göre demek ki hiçbir yazının okuru olmamışım ben. Ya ne? Dünyanın bütün yazıları hep benim kalemimden akageliyormuş da bilememişim, böyle almak gerekiyor bunu… Neden?

Yazı benim uyanıklığımdır, yaşamsa uyurluğum, uyarlığım, kısaca aldanışlarım… Benim dışımdaki hayat da, bunun bana düşen payı olarak yaşam da işte bu yazının aynasındakiler bir bakıma.

Ne dedim ben? Hayat uyurluğum, uyarlığım… Sizi, sizden ala kopara götürüşü, sürükleyişi, akıntının göbeğine fırlatışı sonra da. Çünkü güneş, gezegenler, dünyamız, bunu çevreleyen hayat bizim karşı koyamayacağımız kadar geniş, büyük… Biz bir dayanak alarak ya da yaparak karşı koyabiliyoruz bu büyük güce. Bunu yapabiliyorsak birey oluyoruz, yapamazsak, bunun dişlileri arasında un ufak ezilip tükeniyor, kendimiz olmaktan da çıkıyoruz.

Bütün bu olup bitenlere karşı akıntıya kürek çekişim, yani uyanışım, bir kuzunun otlakta sere serpe yediği otları, sonradan dinlenme anında sindirişi gibi benim de düşünsel gevişime geliyor. Yazarken, yani diyorum ki okuduklarımı kendi kalemimden çıkmışçasına yazarken hem yeniden düzenleniyor bütün yaşam döngüm, ayrıntılarıyla üstelik, hem dünyanın bütün yazarlarını yeniden yazarak uyanış halkamı genişletiyorum sonuçta…

Bundandır, dünyanın bütün yazılarının benim kalemimden çıkması… Yaşamımı her an, her an yeniden yaratabilmek, bir dikili ağaç gibi bu dünyayı esenleyebilmek için…

Ya okumasaydım, yaşamıma bu büyülü okuma edimini katmasaydım n’olurdu? Dünya bensiz kalırdı, bu o kadar önemli değil! Ama ben dünyasız kalırdım; dünya, hayat, yaşam benim için “gerçek” olmaktan çıkardı. Her gün yeniden yeniden yıkılırdım, bir deprem ânının yinelenen görüntüleri gibi…

Edebiyat beni değil yalnız, hayallerimi de gerçekleştiren tek yer.

O olmasaydı, ya nasıl yaşayacaktım? Nasıl görecekti gözlerim, duyacak mıydı bakalım kulağım?

Hepimiz körüz, edebiyatsa bizim iç gözümüz, iç sesimiz… Hayata karşı güçlüysek eğer; bu biraz da edebiyat sayesinde… Şu dünyada bağışıklık sistemimizi güçlendiren sanat, ama en başta edebiyat.

Çünkü sözcükler, büyülü birer muska gibi bizi dünyanın hem taa içine çekebiliyor, hem de taa dışına çıkarabiliyor. Zaten insanoğlunun adlandırmayı, sözcükleri buluşu, bir dil dizgesine geçişi, bunu yazıya aktarışı, sonrasında bundan şiirler, öyküler, masallar, destanlar yaratışı, insanı kendi büyüsünü yaratan bir varlığa dönüştürmüyor mu?

Evet, insan düşünen, gülen, konuşan bir varlık, tamam, ama aynı zamanda edebiyatıyla kendi dünya büyüsünü yaratan bir varlık da kuşkusuz…

Yazılmasaydı deniz, deniz mi olurdu, orman, orman mı, ya aşk, aşk mı olurdu yazılmasaydı, biz onu tanıyabilir miydik? Dokunup anlayabilir, kavrayabilir miydik?

Kendimizi olduğu gibi dünyamızı da edebiyatla, onun araladığı perdeden, onun omuzlarında yükselip de izlemiyor muyuz?

Bırakalım da şunu bunu, kendimize dönelim biz yine… Kendimizi tanımasaydık ne yapabilirdik peki? Sus pus kalmaz mıydık yerimizde çakılmış halde?

Hayır, bu kadar kötü değil durum elbette. Hâlâ bir şeyler yapılabilir. Çünkü hâlâ mağaralar var dağlarda.

Çıkıp mağaralara tarih öncesi çağlarına geri dönmemiz işten değil. Kimbilir, belki yeniden başarırız duvar resimleri yaparak kendimizi anlatabilmenin yolunu bulmayı, değeriz birine, öteki biri de bize değer, biz kendimizi, onlar kendilerini ifade edebilmek için…

Belki işaretlerle, simgelerle örülü bir dil de oluştururuz… Sonra yazıyı keşfederdik, sonra ne mi yapardık? Onu da siz bulun!