SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; BİR KIYIYA ATILMIŞ YAZARLAR

BİR KIYIYA ATILMIŞ YAZARLAR…

M.Sadık Aslankara
(4.3.2021 YAZISIDIR.)

“Bir Kıyıya Çekilmiş Yazarlar”dı önceki yazımın başlığı, bu haftanın başlığı bir sözcük değişimiyle şöyle: “Bir Kıyıya Atılmış Yazarlar”.

“Kıyıya çekilme”yle “kıyıya atılma”, iki farklı anlam öbeğiyle karşı karşıya bırakıyor bizi. İlk yazıda oysa “kıyıda durmak”tan söz açmıştım.

Kıyıda durmak, kişinin kendisini kıyıya alması, bunun sonucunda kıyıda durmayı yeğlemesine karşılık geliyor. Ötekiler, “çekme”, atma” eylemiyle birlikte kişinin istenci dışında kimi kılgıları düşündürüyor doğal olarak.

Bu yüzden ilkin söz konusu bu iki başlığın anlam katmanları üzerine bir çift söz etmem gerekiyor yazıya girerken.

“Kıyıya çekilen”, eylemi kuşkusuz kendisi de yapabilir, öyle ya tutar kendini kıyıya çeker, kim ne diyebilir buna? Ne var ki “çekilme” eylemi, kişinin kendisi tarafından uygulanabileceği gibi, dıştan biri tarafından da yapılabilir. O zaman kişinin istenci dışında gerçekleşen gayriiradi bir davranış olarak çıkar bu ortaya. Hak çiğnemedir, buna dönük ihlaldir.

Bu nedenle dıştan gelebilecek etkimeyi ortadan kaldırmak, kişinin kendi çekilmesi olgusunu ilk ağızda algılatabilmek amacıyla yazı başlığını şöyle şekillendirmiştim: “Bir Kıyıda Durmayı Bilen Yazarlar” (18.02.2021)

Başlık böyle olunca, dıştan müdahale olasılığı ortadan kalkmış oluyor. Ama sonraki haftanın yazısında dıştan müdahaleyi öne çekmek, böylelikle kişi istenci dışında, kişiye karşın sergilenen tutumu anlatabilmek amacıyla, başkalarının önayak olduğu “kıyıya çekme” eylemini aldım.

Ancak söz konusu “kıyıya çekme” eylemini gerçekleştiren taraf, bunu iki yönlü uygulayabilir. Kıyıya nasıl çekmişse, onu tersine tutumla kıyıdan çıkarıp yeniden öne alabilir, ortaya çıkarabilir.

Bu kez başka bir tutuma yönelmek; yine başkalarınca gerçekleştirilen ve bir yazara reva görülen “kıyıya atılma” eylemi üzerinde durmak istiyorum.

Kişi kıyıda durabilir, kendini en azından bir süreliğine kıyıya çekebilir ama hiç kimse kendisini kıyıya atmaz.

Kıyıya atılmış yazar, gözden çıkarılmış yazardır çünkü. Veriler gösteriyor ki kişi, yaşadığı ağır sorunlarla baş edemeyip çözümsüz kaldığında, bunlarla baş edemediğinde, buna katlanamadığında kendisini gözden çıkarabiliyor. Ama başkaları, kurumlar, insanlar ötekileştirdiklerini, isterlerse eğer pekâlâ gözden çıkarabiliyor hem de kolayca.

O halde kıyıya atılan, bir yanıyla ötekileştirilmiş kişidir aynı zamanda.

“Sistem” olarak adlandırabileceğimiz organizasyon yapısını artık tanıyor, biliyoruz. Yazarla okurun buluşmasına dek geçen ilişkileniş zincirinde, araya katılan her türlü bağlantı, örgüt vb. bunda rol oynuyor. Ancak “okur” dediğimiz geniş kitlenin de “yazar”ın dışında önemli bir güç bağlamında alınması zorunlu.

Tiyatro sanatının oyuncuyla seyircinin buluşmasına yaslanması gerektiği gibi yazarla okurun da bu şekilde yapıtta buluşması gerekir ki bir edebiyat olgusu yaşanabilsin.

Ancak burada önemli bir ayrım kendiliğinden devreye giriyor. Tiyatroda oyuncu, seyircinin beğenisini ölçü almaz, kendi seyircisini var ederek, yaratarak sanatını sürdürür. Yazar da okurun nabzına göre şerbet vererek edebiyat yapmaz. Çünkü sanat herkesin alımlamasına açıktır, ama bunu yapıp ortaya koymak alabildiğine zordur yine de. Bu yüzden oyuncu ya da yazar, seyircinin, okurun kolaycı alkışını, övgüsünü dikkate almaz.

Bizde okura karşı yazar bağımsızlığının, saltık anlamda sanatın dışında tutulması gerektiğini ilk söyleyenler ikinci yenici şairler oldu.

O günlerde değilse de kısa süre sonra bu görüşü benimsediğimi, bunu sürdürdüğümü söyleyebilirim ben de kendi payıma. Örnek vermem gerekirse Homeros’un İlyada’sı, diyelim Yunus’un şiirleri, okura karşı olduğu gibi onu yaratan yazara karşı da bağımsızdır. Gerçekten de bu tür evrensel yapıtların hiçbiri, yaşamlarını, yazar-okur ikisine bağlı sürdürmez hiçbir zaman, kayıtsız koşulsuz özgürdür, tamı tamına bir sanatsal bağımsızlıkla sürdürür karşıladığı çağları.

Bundan ötürüdür ki sanatsal yeterlikte doygun, estetik yetkinlik yansıtan, sanatta somutlamayla alımlanan her yapıt, zamana karşı kendini koruyacaktır. Bu nedenle böylesi nitelik taşıyan hiçbir yapıt asla bir kıyıya atılamaz, atılmışsa bile, onu orada, o kıyıda ömrübillah tutabilmek olanaksızdır.

Sistem dediğimiz, karmaşık ilişkileniş zinciriyle birbirine bağlı örgütlülük olgusu, yazarla okuru birbiriyle buluşturmak için değil, yazarı da okuru da kendine bağlamak için çalışıyor günümüzde. Sonuçta yazar da okur da birbirini dinlemek, birbirine kulak vermek yerine sistemin ağzına bakıyor. Günümüz sosyal medya ağları da bu yönde iletişim teknolojisi olarak devreye girip katkı sağlıyor hep. Özetle denebilir ki sistem, yazar ve okur adına rol çalarak hep öne çıkıyor, kararları kendisi veriyor.

Son yüzyılda cumhuriyet tarihi içinde “kıyıya çekilmiş”, “kıyıya atılmış” yazarları sıralamaya kalksak, sayfalar tutar; işte edebiyattaki bir hazin gerçekliğimiz de bu bizim.

Zincirde yer alan farklı kurumlarıyla sistem, pek çok gerekçeyle bu ilişki ağını kesintiye uğratıp sözünü dinletmek isteyebilir elbette, ne ki alımlama yetisi olan okur, bağımsız aklını öne çıkararak salt kendi kararlarıyla yol alabilir yine de.

“Okur hiçbir şeydir,” demiştik ya yukarıda, ama aynı zamanda her şeydir.

Zincirin bir ucunda yazarın öteki ucunda okurun olduğunu bilen herkes, bu arada özellikle yazar ve okur, üzerindeki bütün zincirleri kırıp kendisi olabilir, olmalıdır da.

Demek ki gereksinim duyduğumuz aslında “kendisi olan yazar”la “kendisi olan okur” yalnızca.