SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; EDEBİYATTA ‘YAZINSAL KUŞAK’ NE DEMEK

EDEBİYATTA “YAZINSAL KUŞAK” NE DEMEK?

M.Sadık Aslankara
(9.7.2020 YAZISIDIR.)

“Kuşak”, üstlendiği, yüklenip taşıdığı bütün anlam öbeklerinden önce, “yaş” bağını getirip dayatıyor denebilir ilk elde.

Türdeşlik yüklemesi anlamında bir “çokluk” vurgusu da ekleniyor aynı zamanda sözcüğe.

Bu iki temel nitelik, hiç kuşku yok ki edebiyat için de geçerli. a dergisi çevresinde yirmilerindeki üniversiteli bir dolu gencin mayaladığı 1950 Kuşağı öykücüleri bunun tipik örneği. Önceki yazılarımda olguyu farklı yönleriyle geniş biçimde işlediğim için yeniden dönmeyeceğim bu konuya.

Aynı kuşaktan denemeci, eleştirmen Doğan Hızlan’ın, 50 Kuşağı üzerine getirdiği, “orkestra bütünlüğü” vurgusu tam da buna karşılık geliyor işte, ama orkestrada herkes ayrı bir çalgıyla yer alıyor kuşkusuz.

Bunlar bizi, katılım, katışma, bir aradalık, kendini böylesi çoklaşmayla ifade etme bağlamlarının önüne çıkarıyor. Bütün canlılarda var olan yönelim; “sürüleşme”. Bitkiden hayvana, insana uzanan halkaların tümünde canlılar kendi habitatlarında birbiriyle bir arada yaşama güdülerini ele veriyor. Bu sürüleşme, aidiyet, her bir canlının, hemen yanındaki canlıyı ötekileştirmeye girişmesine engel değil yine de. Bütün popülasyonlar bunun somut örneği.

Nâzım Hikmet’in pek sevilen “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” dizesi, bu yönde yorumlanabilir. Bu açıdan, sözgelimi edebiyat dergilerinin her biri, dergiye katılan, dergi çevresinde gezinen gençlerin, hatta başlangıç aşamasında yazarların yazınsal habitatları olarak alınabilir kuşkusuz. Yolun başındaki genç yazar, hem bu habitata katılıp kuşak sosyopsikolojisi içinde kitleselleşip sürüleşmekten kendini alamaz hem de bununla taban tabana zıt tutumla “sosyal mesafe” koyup çevresindekileri ötekileştirerek en azından öne geçmeye, sürüden çıkmayı başaramasa bile sürünün başını çekmeye çabalayacaktır.

Siz ne yaparsanız yapın, bu nedenle yazarlar, canlı genomuna uygun birer genç model olarak yola çıktıklarında ister istemez kuşaksal yönelimlere uygun davranış gösterecektir. Günümüzde genç kuşakların, edebiyatta, belli başlı büyük dergilere ulaşamasa, buna dönük herhangi yol döşeyemese bile fanzinler ya da internette blog, wordpad vb. kendilerine uygun çok çeşitli mecralarla bunu sergileyip yansıtması yine kuşaksal yönelimin ifadesi olarak alınabilir pekâlâ.

Söz konusu biyolojik kökenli kuşaksal eğilimi, yaşla da bağlantılı biçimde on beş yaş çevresine göre öbekleyelim, ancak bunun, “yazınsal kuşak” olarak adlandırılabilecek yaratısal oluşuma göre bıçakla kesilmişçesine farklı yapıda oldukları, olacakları bir an olsun akıldan çıkarılmamalı.

Diyeceğim, bu yönde hemen her gün “biyonik kuşak” olgusuna dayalı yaşdaş, sürüsel nitelikte kuşaklar ortaya çıkacağı, buna katılanların, kurdukları iğreti habitatlarda aralarında bir sosyal mesafe bırakmayı hiçbir zaman ihmal etmeksizin birbirlerini öteleyeceği söylenebilir. Sonuçta anılan habitatlarda kendilerini var etmeye çalışan pek çok “minyatür kuşak” doğar, ama herhangi gelişme göstermeksizin solar, yerini yeni kuşaklara terk edip gider, biyolojik ömrü bir gün süren bitki ya da böcek gibi.

Bu şekilde cılız, sığ, yüzeysel biçimde varlık gösteren, göz açıp kapayana dek ortalıkta görünüp yok olan, ama yine de kendilerini bir “kuşak”mış gibi düşünüp algılayan, çeşitli odaklar çevresinde görece bir aradalık sergileyen konumlarıyla farklı habitat ortamları çıkabilir. Ama bu kadar.

Yazında neden “1950 Kuşağı”nın “kuşak” olarak anıldığını, ama “1960 Kuşağı”, “1970 Kuşağı”, “1980 Kuşağı” denilmediğini işte burada aramak gerekiyor.

Demek ki yazınsal kuşak denildiğinde, “yazınsal” kavramının içinin gereğince doldurulmuş olması zorunlu.

Nedir bu, neyle doldurulabilir? 1.Kendinden önceki yapılardan ayrılmak, 3.Kendinden sonraki yapılarda etkili olmak. Bu iki ölçüt, kuşak kavramının yazınsal oluşumunu açıklıyor ama bunun yapıca, 1.Türdeşlik göstermesi, 2.Kültürel kodda canlılık taşıması, 3.Süreğenlik sergilemesi zorunlu.

“Kültürel kod dolaşımı” derken sürü, aidiyet, sosyal mesafe, ötekileştirme, örtüşme, çatışma, çelişki vb. bütün yönelimleri içinde barındıran kapsayıcı bütünlük olarak alınabilir bu.

Özetle söylersek yazınımızda 1940 Kuşağı toplumcu gerçekçi şairleri, 1950 Kuşağı öykücüleri, 1990 Kuşağı yazarları, bu ölçütleri yansıtması bakımından da örnek olmayı başarmış kuşaklar öyleyse.

Bunun ardından yapıca, yazınsal değerce 90 Kuşağı olarak anabileceğimiz yazarlara bakabiliriz artık.