SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Kitaplı Yazar Olmanın Dayanılmaz Cazibesi…

Kitaplı Yazar Olmanın Dayanılmaz Cazibesi…
M.Sadık Aslankara
(25.01.2018 YAZISIDIR.)

İki hafta önceki “Sayfa Yazısı”nda bir kez daha dile getirmiştim. Bu yazının dışında kimbilir ne çok kez “ilk kitaplar” konusuna yöneldim kestiremiyorum doğrusu, bu doğrultuda sıkıntı yaşayan genç-erişkin yazarlarla yazar adaylarının sorunlarına öyle çok eğildim ki, artık ben de unuttum diyebilirim bunu. Ama hiçbir zaman konuyu sıradanlaştırıp geçiştirmeksizin üzerinde yoğunlaşmaya çalıştığımı söyleyebilirim yine de.

“İlk kitap” için bir eşik aranacaksa eğer, böyle bir eşik var mıdır peki gerçekten, varsa nerededir bu eşik, nasıl bir “şey”dir, ona nasıl varılır, gerçekten varsa eğer ne yapılır da atlanır bu eşikten, bu ve buna benzer sorular ilk kitabını yayımlayacak her yazar için yaşamsal önem taşıyor, ayırdındayım bunun.

Kitaba, diploma gibi bakıldığının, bunun “icazet” anlamına geldiğinin kanıtı aynı zamanda bu kavrayış. Nitekim ilk kitap, bunun yayın tarihi bir açıdan “yazınsal mezuniyet” tezi verilmiş de bunun karşılığı alınmışçasına etki yapıyor pek çok yazarın üzerinde.

Peki bu olguyu ne kadar ciddiye almalı, öyle ya ne ölçüde doğru bu? Yanılsama payı hiç mi yok bunda? Bunu bu ölçüde önemsemek, bizi kısıtlamaz mı? Yazınsal alanın sınırları, yazınsal olmayan böylesine ölçütlerle çevrelenip de kuşatılırken bu, bizi olumsuzluklarla örülü çıkmaz sokaklara da itmez mi aynı zamanda? Sonuçta bütün bunlar, bizi anlamca bu tür yazın dışılıkların önüne çıkarmaz mı sizce de?

Sürekli söylenen, hep vurgulanan bir gerçeklik; “yazı” ya da “metin” ile bunların yayını olgusunun birbirinden farklı gerçekliklere karşılık gelmesi. Doğru elbette. Özetle siz yazıyı önceledikten sonra bir biçimde bunun yayını da er ya da geç gündeme gelecektir, bu kaçınılamaz bir olgu olarak bizim peşimizdedir çünkü.

Önemli olan yazarın ya da yazar adayının arzusuyla bunun gerçekleşmesi açısından bir çakışmanın, örtüşmenin yaşanabilmesi. Sözgelimi pek çok yazar var, kitaplarının yayımlanması için var güçleriyle çabalıyor, elinden geleni yapıyor, ama yine de bir türlü olanak bulamıyor kitabının yayını konusunda.

Bunlar arasında öylelerini biliyorum ki, dosya üzerine dosya hazırlıyor, ama yine de bu dosyaların kitaba dönüştüğünü, kitaplaşıp yayımlandığını göremiyor. Üstelik bunu yıllara yayılmış halde, diyelim üç beş yıl hatta daha fazla süre boyunca yaşayan, gide gide umudunu yitiren azımsanmayacak sayıda insan var. Peki, bunlar için ne söylenebilir o zaman?

Her dosyanın ille kitaplaşması gerekmiyor, bunu biliyoruz artık. Ne var ki kendimizi “kitaplı yazar” olmanın cazibesinden de kurtaramıyoruz bir türlü.

Ama bir yazarın, yazar adayının hazırladığı iki üç dosyası varken, diyelim yıllara yayılmış halde, bunlardan seçtiği birisi olsun yayımlanamıyorsa, bunun üzerinde ciddi biçimde durmanın yararı var. Ancak bu doğrultuda mutlaka dizgeli biçimde düşünce üretilmesi de zorunlu bana göre.

Sıradanlık içine kapatılıp da görmezden gelinerek üzeri örtülemez bunun.

Özellikle 1990 sonlarından itibaren neredeyse son on beş-yirmi yıldır bu konu yazınımızın ciddiye alınması gereken önemli gündem maddelerinden biri olarak hâlâ önümüzde duruyor çünkü.

Bu süre içinde belki çok değerli yazar adaylarına sırt çevirerek onları yitirmiş, belki de onların yerine, hatta hiç de gereği yokken kimi yazar adaylarına yer açıp ötekilerin önünü de kapatmış olabiliriz.

Ama iş buraya gelip vardığında enikonu müneccimliğe soyunmuş olmuyor muyuz peki o zaman?

Bütün bunlar, bilinemezliklerle kaplıysa eğer, bize düşen iş, yazından kopmamak, yazının elini bırakmamak değil mi?