SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ‘KÜÇÜK İNSAN’IN ‘BÜYÜK YAZAR’I OLMAK…

“KÜÇÜK İNSAN”IN “BÜYÜK YAZAR”I OLMAK

M.Sadık Aslankara
(12.01.2023 YAZISIDIR.)

Maddi varlığını koruyup sürdürebilmek amacıyla sürekli olarak “gelecek”, “geçim”, “iş” kaygılarının pençesinde yeme, barınma, çoğalma dürtüsüyle yaşayan, bu açıdan bakıldığında kimi duyarlıkları, duyguları aşınıp örselendiği için “insancalık” açısından kendilerinden herhangi umarlık beklenemeyecek “küçük insan”ın, dünyaya yayılmış yetmiş iki milletin dilinde bu tanımlamaya uygun nice öyküsü olsa gerek.

Bu küçük insanın işlenebildiği en uygun yazınsal tür öykü müdür, tartışılabilir, ancak, kimi yazarlarımızın yaklaşımlarına bakarak söyleyecek olursak, bizde öykülemenin neredeyse küçük insanı anlatma sanatı olarak bile algılanabildiği, hatta kimi yazarların metinlerinde bunun adeta böylece dillendirildiği görülebiliyor. Belki daha doğru deyişle, bu yazarların öykü sanatını, bu yanıyla öne çıkardığı, sonuçta böylesine bir kavrayış için zemin yaratıldığı öne sürülebilir görece.

Bizim yaşamda tanıklığını yaptığımız küçük insanlarsa, dıştan algılanan yanlarıyla birbirine benzer yapıda oldukları izlenimi bırakabilir pekâlâ. Ne ki, öyküler aracılığıyla tanıdığımız küçük insanlardan her biri, öznel dünyaları tam anlamıyla eksiksiz tahkim edilmiş ve çok ayrı dünyalardan çıkagelmişçesine neredeyse farklı birer “karakter” olarak bu kısa öyküler aracığıyla yaşamımıza katılırken kalıcılaşabiliyor ilginç biçimde.

Buna göre dış dünyada karşımıza çıkan küçük insanları biz kendi kişisel yaşamımızda tanırken değil de öykücü tanıyıp öyküsünde onu yeniden yaratıp kaleme getirdiğinde bambaşka biri olup çıkıyor bu küçük insan.

Buna göre küçük insanı yazmak apayrı bir hüner gerektiriyor; ya da küçük insanı yazabilmek için büyük yazar olmak zorunlu! Bu olgu, şunu ortaya koyuyor; bizler, sıradan bakışla aldığımızda bu kişiler, öyküler yoluyla tanıdığımız küçük insan olmaktan çıkıyor bir anda.

İşte bu açıdan Çehov’u düşünmeden edemiyorum.

Öyle ya, yukarıda altı çizilen küçük insan nitelemesine uygun öykü kişileriyle kanımca dünya edebiyatını öyküde bu anlamda adeta bir iç karakol havasında tahkim edip önemli doruk oluşturuyor Çehov ve orada tek başına parlıyor.

Çehov’un öykülerindeki küçük insanların derin acısı, hüznü oyunlarındaki karakterlerden yayılan havayla örtüşen “komedi”, farklı bir burkulma yaratırken ister istemez güçlü ama apayrı tatla kendini duyurur.

Sait Faik’in, Orhan Kemal’in küçük insanları, Çehov’unkine benzer acıları, hüzünleriyle öne çıkar ancak Çehov’un “komedi” olarak nitelediği oyunlarındakine benzer derin çatışmadan uzak görüntü verir yine de bizim iki yazarımızın küçük insanları.

Belki de Çehov’un bizdeki en güçlü temsilcisinin Memduh Şevket Esendal olduğu ileri sürülebilir.

MŞE (Memduh Şevket Esendal), bana göre, öykücülerin en çok söz ettiği usta adlardan olmakla birlikte belki de bilinirliğine oranla daha az okunan yazarlar arasında anılabilir. Çünkü Esendal ardılı öykücülere pek rastladığımız söylenemez. Çehov-Esendal bileşkesi bunca somutken, ilki, bir biçimde içselleştirilmiş halde öykülemenin olmazsa olmazı yapıldığı halde terazinin öteki kefesinde bu ağırlığın korunamamasına üzülmemek elde değil.

Öykümüzde gerek küçük insan çeşitlemesi açısından gerekse bunları bir büyük yazar kalıbıyla işlemesi bağlamında unutulmaz bir konuma sahip olduğu açıktır MŞE’nin. Gerçekten de Esendal, tıpkı Fethi Naci’nin Cemil Kavukçu için söylediği, “Elini neye uzatsa öykü yapıyor,” demesine benzer biçimde tüm öykülerinde olağanüstü zengin bir yelpazede küçük insan çeşitliliği sunuyor denebilir.

Üstelik öykü sanatı bağlamında bunun ağırlığını diliyle, biçemiyle küçük insanı alabildiğine yansıtır Esendal. Ve şunu gösterir sonuçta:

Küçük insanı öyküde yazmak, büyük yazar olmayı gerektirir, çünkü küçük insanı ancak büyük yazar kaleme alabilir.

İşte öykücülüğümüzde bunu gösteren kalemlerin başlıcalarından biri de Memduh Şevket Esendal’dır, tıpkı Sait Faik ve Orhan Kemal gibi.