SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; Mahallelilikten Kentliliğe Edebiyat…

MAHALLELİLİKTEN KENTLİLİĞE EDEBİYAT…

M.Sadık Aslankara
(28.5.2020 YAZISIDIR.)

Mahalle bir remiz, işaret, diyelim bir yere ait olmanın ya da herhangi aidiyetin belirteci, alameti farikası.

İnsanı ötekinden ayıran düşünce, yapıp etme bireyleşmenin göstergesi kuşkusuz, doğru. Ama yine de insan bu bireysel edimin en üst aşaması olarak bilim, sanat, düşünce üretimini sürdürürken demek ki genetik koduyla örtüşür davranış sergilemekten de kendini alamıyor, kendisi gibi bireyleşen başka başka kişilerle bir araya gelip âdeta entelektüel sürü oluşumunun önünü açtığını, ilk insan atasının izinde bu güdüyü sürdürdüğünü göremiyor.

Bu açıdan yaklaştığımızda, bir yazarın, henüz adaylığıyla başlayan süreçte, kendisini ifade etmeyi umduğu, kendisine yakıştırdığı bir buluşma, örtüşme olacağı beklentisiyle zaten beğendiği herhangi yazın dergisi çevresine katılmasına, olağan bir davranış modeli gözüyle bakmamak elde değil. Yaratıcılık yolundaki bütün yazar adaylarının bu yönde adımlar atması olağan bir tutum, davranış olarak alınabilir o halde.

Ne var ki bu yaklaşımın yine de sürü güdüsü bağlamında alınabileceğini kestirip bu yaklaşımın da hiç akla aykırı sayılamayacağının altını çizmek gerektiğini söyleyebilirim. Neden? Dışarıda kendi odağını kurmuş, kendilerine karşı tehlike sezgisi uyandıran cangıl karşısında güçleri birleştirme, daha önce çatı kurmuş, kemikleşmiş görüntü veren halihazırdaki bu yapıya karşı güç oluşturma girişiminde bir çözüm de bu alanda yenice varlık göstermeye girişen insanların dayanışmasından geçecek değil midir?

Bunun bir yönseme zorunluluğu olduğunu kestirmek hiç de zor değil.

Doğaya baktığımızda hayvanlar kadar bitkilerin de topluluklar oluşturarak dayanma güçlerini pekiştirdiği, doğal elemeye karşı daha fazla tutunma olanağı sağladıkları görülebiliyor. Belki ilginç olan, entelektüel donanımca yüksek bireyleşme örneği yansıtan kişilerin de içlerinde yaşadıkları, yaşayacakları kesin kıyasıya çatışmaya, yarışa, rekabete, kıskançlığa karşın yine de her birinin bu sürü dayanışması içinde bir araya gelmek gibisinden çelişkili davranış sergilemesi, bizim de bunu anlayışla onaylamak durumunda kalmamız.

Bir dergi çevresine katılmak, bu yanıyla aynı şemsiye altına sığınmak olarak da alınabilir pekâlâ. Yolun başındaki yazar şemsiyeyi tutan kişi olmayı hayal edebilir. Ancak şemsiye sizin değilse eğer buna gönlünüzün çektiği gibi uzansanız bile, istediğiniz gibi yönlendirebilir misiniz onu? Öyle ya, şemsiyeyi kim tutuyorsa, bir ölçüde onun iradesine, kararlarına, yönlendirmesine açık olmayı, istemeseniz de onun bu şemsiyedeki egemenliğini onaylıyorsunuz demektir. Mahallede çocuklar arasında yapılan maçlarda top sahibinin, canının istediği gibi koyduğu, koyacağı kurallara uymaya benzer bir durum bu.

Edebiyatta kimdir şemsiyeyi tutan? Dergi yönetmeni. Onlar, mahalle maçlarındaki top sahipleri değildir elbette. Ancak dergi çevresinde toplanan yolun başındaki genç yazarların, edebiyatta kendilerine yer bulup ürünlerini yayımlatabilmek için dergiye gereksinim duyacağı açık. Bu nedenle yayın yönetmeninin çevresinde görünüp yer tutabilmenin kavgasını verecektir hepsi.

Bu olgu, çalışmasını nesnel ölçütlerle sürdüren hiçbir dergi yönetmenini olumsuz etkilemez ama dergide ürün yayımlatmak için çabalayan genç yazarı veya yazar adayını onun çevresinde toplaşan öteki gençlerle birlikte bir “mahallelik” konumuna indirgeyebilir.

Yirmilik delikanlı için kendi topunu alıp alana dikmek de olanaklıdır elbette. O zaman işte bu, edebiyatta da bir kentlilik tutumu olarak öne çıkacaktır ister istemez.

Sözgelimi yirmiliklerden oluşan 1950 Kuşağı öykücüleri a dergisiyle alanda topunu dikip kendi kendisini yaratmayı başaran genç yazarlar için çarpıcı bir örnek olarak alınabilir. Onun içindir ki bu genç yazarlar mahalleli değil de doğrudan kentli olarak katılmışlardır yazınımıza.

Bu yüzden herhangi dergi çevresinde görünmemişler, ama dergileriyle kendi gruplarını / topluluklarını kurmayı bilmişlerdir.

Yine aynı dönemde Ankara’da Mavi dergisi de böyle bir topluluk ortaya çıkarmış görünüyor. Oysa 1960 başlarındaki aynı dönemde İstanbul’da Memet Fuat yönetimindeki Yeni Dergi, başkentte Hüseyin Cöntürk yönetimindeki Yordam, genç yazarlarla yazar adaylarının kendilerini sınadığı, görece mahalleliğin ağır bastığı yayınlar olmuştur denebilir bugünden bakıldığında.

Ancak şunu eklemeden geçmeyeyim. Memet Fuat da Hüseyin Cöntürk de ille şemsiye tutmak için yola çıkmış insanlar değil. Onlar alanın tam anlamıyla birer yetkesi olduğundan, yaptıkları işi, yani şemsiyeyi hiç kimse onlar kadar ustalıkla kullanamayacağı için bu işe soyunmuş birer konum sergiledi, bunu da asla unutmamak gerekiyor.

Kaldı ki a dergisi çevresinde toplanıp kendilerini yaratan 1950 Kuşağı yazarlarının sonradan yayımladığı Yeni a dergisinin de bu çerçevede genç yazarlar için âdeta bunlara benzer bir şemsiye olduğu unutulmamalı.

Günümüzde zaten x, y, z kuşaklarının da devreye girmesiyle yazına katılışta tam anlamıyla bir kentliliğin gündemde olduğu söylenebilir. Nitekim genç yazar adayları, çevrelerinde yer alabilmek için dergilerle ilişkiye girse de istedikleri sonucu bir an önce elde etmeye yöneliyor, bunu göremeyince de açık bir meydan okuma savaşına girerek ivedilikle topunu alana dikip kendini var etmeye, yaratmaya yöneliyor.

Bunu başarıyor, başaramıyor bu ayrı. Ama gözlenen bu.

1990 Kuşağı yazarları, günümüzden artık epey önce şekillenmiş genç yazarlar olarak tıpkı 1950 Kuşağı yazarlarında görüldüğünce alanda doğrudan kendilerini yaratıp kentli olduklarını ortaya koymuş bir kuşak bağlamında algılandı hep.

Konuyu sürdüreceğim.