SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; OKURUNU ARAYAN, BULAMAYAN YAZARLAR

OKURUNU ARAYAN, BULAMAYAN YAZARLAR

M.Sadık Aslankara
(29.4.2021 YAZISIDIR.)

Her yazar, üstelik bütün yazarlık yaşamı boyunca kendi okurunu arar.

Bu sözün birazı “arama” eylemidir, ancak çok büyük bölümü hatta neredeyse tamamı bunun, “yaratma” odağı üzerinde yükselir. Çünkü yazar, yazma eyleminde kendi okurunu yaratmak amacıyla buna dönük çaba sergilemeye sırt dönemez hiçbir zaman.

O halde daha yazının başında hemen söylemek olanaklı geliyor bana; bir yazarın, okurunu arama çabası, bir açıdan yazın anlayışı, poetikası doğrultusunda okur kitlesi yaratma girişimi bağlamında da alınabilir pekâlâ. Üstelik bu girişim süreğendir.

Sonuçta bulamayacağını bile bile okurunu araması, onu genel okur kitlesi arasında bulamayacağı için de yaratmaya girişmesi, yaşarken ama bunu, hiçbir zaman başaramadığı, başaramayacağı kaygısıyla bunalması, trajik bir girişme değil de nedir Tanrı aşkına?

Oğuz Atay’ın kurmacada yer verişi dışında okurunu gerçekten aramış olması da olgunun trajik yanını bütün çıplaklığıyla gösteriyor. Zaten Oyunlarla Yaşayanlar adlı oyununun sahnelenişini sağlığında göremeyişi de bunu ele vermiyor mu?

Bir yazarın, “Ben de yapıtlarım için tam böyle birini arıyordum,” diyebileceği okur bulması, mucize değil midir? Kaldı ki bu, herhangi okurun kendi okuma eylemi içinde yazarla buluşmasına dönük çabasıyla da örtüşür aynı zamanda. Bunu haftaya, ayrıca ele almak istiyorum.

Okur nasıl bulunur, bu nasıl bir eylemdir? Doğrusu, okurun aranma, bulunma eylemi bir başka açıdan sobelemeye benzetilebilir. Arada kazan da patlayacaktır, yani yazar, okuruyla buluştuğu gibisinden bir yanılsamaya kendini kaptıracak ama sonra bakacak ki “kazan patladı” olmuş bir anda.

Bu yüzden yazar-okur buluşmasında en sağlam yol, yoklamadır, yazar da zaten farklı zeminlerde, zamanlarda yoklamalarla sürdürür arayışını, bunu da yapıtlarıyla gerçekleştirecektir çaresiz. Bu yolla elde edilecek sonuç, kesin bir sağlama için yeterli midir peki? Çünkü aynı yazarın yapıtlarına yönelik okur dağılımı da çelişik sonuçlar ortaya çıkarabilir.

Bu da şaşırtmamalı bizi. Demografik, etnografik vb. verilere göre anket düzenlemekse sonuçta yazarın yaptığı işi, sanat üretimini bir proje ölçeğine koşullandırır ki, o zaman da sanat olgusu alabildiğine zedelenir.

Öyleyse en doğru yol yoklama, bu yoklamalarda sergilenen kararlılık tutumu olsa gerek. Okur, seçtiği yazarın ilk bir iki yapıtında yanıldığı kanısına varıp ona veda edebilir. Ancak yazardaki kararlılığı gözlediğinde ya da yazarın bu yöndeki kararlılığıyla buluştuğunda bu, okurun yazarla buluşmasının da önünü açabilir kendiliğinden.

Yine de bütün bunlar yazar için hiçbir yeterlilik verisi değildir.

Çünkü yazarlar kadar öteki alanların sanatçıları da bu tür sıkıntılar, hatta bunalımlar yaşayabilir. İlk kez bir senfoni konserini, operayı, baleyi izleyen, resim, yontu sergisini gezen, sahnede oyun seyreden biri, bu eylemden haz almayabilir. Olağandır, ama sanatçının buna bakarak vazgeçme, yılgınlık sergileme, sonrasında bu yolda farklı eğilimlere girip herhangi biçimde popülist çizgiye kayma lüksü olabilir mi?

Bütün bunlar yazarı da, sanat yapma iddiası taşıyan, sanatsal tutumundan asla ödün vermeyen sanatçı olmaya doğru zorluyor aslında. Ama bu “zor” karşısında yazar, dik duruş sergilemekte yine de zorlanabilir. Para, ün neyse ne de açlık tehdidi karşısında ne yapabilir yazar?

Sözgelimi Orhan Kemal, bu tehdidi somut biçimde yaşamış, sonuçta bunun etkisini, yansımasını göstermiş bir yazar bağlamında örneklenebilir. Kimi yapıtlarını telif ihtiyacı nedeniyle aceleye getirdiği biliniyor onun. Bu yapıtların okurları seçilmiş türden nitelik taşımaz elbette bu nedenle.

Buradan kalkarak kaba yuvarlamayla bütün yazarların okurunu aramakta sıkıntı yaşadığı, yaşayacağı öngörüsü de getirilebilir.

Ancak önemli olan bulmak, ne var ki bu da bir donmuşluğu getirirken aramak eylemi, dinamik yansıtımıyla dikkati çekiyor.

Haftaya, kaldığım yerden konuyu sürdüreceğim.