SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ÖYKÜDE KAPALILIK…

Öyküde Kapalılık…

M.Sadık Aslankara
(23.4.2020 YAZISIDIR.)

“Öyküde kapalılık” ya da daha genel anlamda herhangi anlatıda veya hikâye metninde  “kapalılık” olgusu, öykünün yanı sıra edebiyatta, öteki sanatlarda da önemli bir sorun olarak ağırlığını koruyor hep.

“Karantina” kısıtlılığının olanca ağırlığıyla kendisini duyurduğu şu günlerde, yaşantısal anlamda kapalılık sürerken konuya, yaşantımızdaki bu yeni durumdan girerek bir duygudaşlık köprüsü aracılığıyla yaklaşmanın hem kolay hem eğlendirici olabileceğini düşündüm.

Askeri darbelerle haşır neşir yetişmiş kuşaklar olarak herkesin bir biçimde deneyimli olduğu kestirilebilecek “kapalı” ya da “saklı” kalma veya “gözden uzak” durma vb. eylemlerden geçtiğini kestirebileceğimiz insanlarımız için çok basit bir hikâye kurmaya girişelim. Gelin bu amaçla bir altlık oluşturalım ilkin:

İnsan saklandıysa eğer, açığa çıkanlar var mı görmek ister. Bu tutum, bilincinde olmaksızın sütre gerisinden bakma, siperde, sığınakta güvendeyken, gelecek tehlikeyi önceden göğüsleyip kendisine şemsiye veya paratonerlik yapabilecek kişi ya da nesne bulma isteği olarak algılanabilir pekâlâ.

Erich Maria Remarque, Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok adlı kült romanında, savaşta yanındakinin ölmesiyle bir an için rahat soluk alan askere de yer açar. Bir savaşın dehşeti asker birey aracılığıyla yansıtılır böylece. Tolstoy da Savaş ve Barış’ta dehşeti roman kişileri aracılığıyla verir. Rıfat Ilgaz, Karartma Geceleri’nde savaşın, karartma gecelerinin kuşatmasını kaçak yaşayan roman karakteri aracılığıyla yansıtır. Aynı şekilde Camus, Veba’da, Márquez Kolera Günlerinde Aşk’ta bu hastalığın yol açtığı salgını eğretileme olarak kullanır. Pek çok yapıtta buna dönük ipucuyla karşılaşmak olanaklıdır. Boccaccio’dan Shakespeare’e, daha kimlere kimlere bu tür felaketlerin hiçbiri doğrudan aktarılmaz. Bu yöndeki örnekler sonsuzca çoğaltılabilir.

Biz bu gerçekliği binlerce yılın içinden süzülerek gelen mitolojide, masal-mesel sözlü yazılı anlatıların tümünde yeniden yeniden görebiliyoruz.

Doğal ki sanat, bunu kendine özgü biçemle yapar. Çünkü edebiyat, bireyi önüne alarak bunun üzerinden kurguyu çatıp söz konusu kurmacayı geliştirir. Bunu doğrudan anlatmaya girişmek savaşı, salgını, isyanı, göçü, felaketi vb. olsa olsa bir haberci konumuyla salt nicel bilgi kümelerine dayalı biçimde aktarmaya dönüşecektir. Böyle bir yaklaşımdan başka dallar, alanlar yararlanır, elbet yararlanacaktır da, ne ki sanat, bu tür bilişsel aktarım yapmaz, yapıt, iletişim dili, mantığı temelinde üretilip ortaya konulmaz da ondan. Sanatın, edebiyatın işi değildir bu.

Sanat, pek çok tanımın yanında bir başka tanımla, yaşanan gerçekliğin yeniden kurulması eylemidir çünkü aynı zamanda. Öyleyse bir salgını anlatmanın sanatta, yazınsal bir anlatıda ya da öyküde biricik yolu, bunu soyutlayıp dönüştürmek, yine insan bireyinden kalkarak işleyip geliştirmek olabilir ancak.

O halde salgının anlatılması yerine bunun okura kurdurulması sağlanacak demektir. Yukarıda örneklediklerim yanında, yazınsal değer taşıyan hemen bütün yapıtlarda yazarların yaptığı bundan ibaret aslında.

Şimdi hikâye kurmaya girişebiliriz.

Bir evde tek başına yaşayan biri olduğunu düşünelim. Televizyon, radyo hangisi varsa, açık. Sesler kopuk halde kulağa geliyor. Belli ki salgın haberleri, duyurular bunlar. Kişi, kadın ya da erkek, aralıklarla pencereye gidip camdan dışarıya bakıyor. Dışarıda bir şeyler görmek istediği, bir şeyler aranır gibi bakındığı izlenimi bırakıyor. Belki kopuk ses baskınlaştığı için dönüyor pencere önünden banyoya geçiyor, lavaboda sabunla ellerini yıkıyor. Pencereye dönecekken kulağı, gözü bir an radyo, televizyona kayıyor, yürüyüp camdan dışarı bakıyor aynı şekilde, yeniden sesle irkiliyor, dönüp banyoya geçiyor. Bu, arka arkaya tekrarlanıyor.

Hikâyeyi yukarıdaki örnekte görüldüğü üzere kurduğunuzda, bunu içeriden, anlatının içinden kapalı hale getirmiş olursunuz. Çünkü yazar olarak karakteri konuşturmadan, davranışlarına yol açan nedenlere değinmeden salt eylemlerine odaklanarak anlatıyı kurduğunuzda, gerisini okur tamamlayacaktır.

Bunu dışarıdan kapatmaya da girişebilirsiniz. Diyelim rabıtalarla ya da telis, branda vb. türünde örtülerle kapattınız pencereyi. Ev içinde neler olduğunu içeriyi gösteren kimi aralıklar aracılığıyla kurup tamamlamak, hikâyeyi kapalı hale getirse de bu, artık ayrı bir anlatma eylemi olarak kendini gösterir.

Öyküde kapalılık, anlatının içinden kurulduğunda doğal olacaktır, buna dışarıdan bakışla bir kapalılık eklenmeye çalışıldığındaysa kaçınılmaz biçimde yapaylaşacaktır örtüklük, bulanıklık.

Biliyoruz ki, öykü, yapaylığı kaldırmaz.