SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ÖYKÜYÜ YENİDEN OKUTABİLME BAŞARISI…

ÖYKÜYÜ YENİDEN OKUTABİLME BAŞARISI…

M.Sadık Aslankara
(25.8.2022 YAZISIDIR.)

Bir öykü, kendisini yeniden okutmayı, anlattıklarıyla değil anlatma biçimiyle, bu çerçevede sergilediği getirilerle başarır, tıpkı aynı fıkrayı başkalarıyla karşılaştırıldığında kendine özgü biçemiyle farklı biçimde anlatan kişinin, bunu, karşısındakinde yeniden dinleme isteği uyandırmasına benzer doğallıkla.

Bir öykünün, okuyanda onu yeniden okuma isteği uyandırmasının anlamı bu kadar yalındır işte.

Anımsadığım kadarıyla Tolstoy’un Kröyçer Sonat’ında geçer, “Anlattığınız öyküyü dinlememiş olmayı dilerdim,” biçiminde miydi söz, yoksa “Bu öyküyü okumamış olmayı isterdim” miydi? Yazıyı hazırlarken bunu denetleme olanağım yok şu an. Ancak özellikle öykücüler arasında bunun orta malı söyleyiş halinde yayılıp sıklıkla kullanıldığı anımsanabilir.

“Öyle güzel, öyle güzel öykü, keşke dinlememiş, okumamış olsaydım da duyduğum heyecanı yeniden yeniden yaşayabilseydim.”

Söylenmek istenen bu.

Bu düşüncenin altında, daha önce okunmuş, biliniyor olmakla birlikte sonradan yine okuma isteği duyulabilecek öykü özlemi yatıyor, bu da açık.

Bunun için, diyelim, bir alıştırma olanağı anlamında şu soruyu sorarak işe girişebiliriz: Okuduklarım arasında hemen aklıma gelen, anımsadığım öykü ya da öyküler var mı, varsa bunlar neler?

Bulgulanan anımsama çizelgesi, yeniden okuma isteği duyulabilecek öykünün, öykülerin önüne çıkaracaktır kişiyi. Tabii şu da var; okumadığınız, henüz adını duymadığınız yazarların kaleme aldığı, ama sizin, varlığından haberinizin dahi olmadığı öyküler de söz konusu, bunlar listenizde hiçbir zaman yer almayacaktır zaten, eğer bunları da kapsayacak okumaya girişmediyseniz, okuduklarınızı yeterli görüyor, yeni öykülere karşı enikonu ayak diriyorsanız.

Okuduklarınızdan ilerleyelim.

Bizden, dışarıdan nice yazar, nice öykü… Dilimizde yayımlanmış binlerce, on binlerce öykü söz konusu. Ulusal yazın dergilerinde İstanbul, Ankara, İzmir kadar Anadolu’da yayımlanan dergilerde, haftalık, aylık küçük boyut yayınlarla ilçe gazetelerinde bile azımsanmayacak sayıda öykünün yer aldığı düşünülürse yuvarladığım sayı doğal karşılanabilir herhalde.

İş, öykü kitaplarına geldiğinde ne söylenebilir peki? Atatürk’ün Türk Dil Kurumu’nca yayımlanan Türk Dili dergisinin “Türk Öykücülüğü Özel Sayısı”, (Temmuz 1975) başlangıcından o güne yayımlanmış öykü kitapları dizini vermişti. Yirmi yıl kadar sonra bunu Adam Öykü dergisi yenilemeye çalıştı anımsadığımca. 1990’ların sonlarına doğru, yıl içinde yayımlanan öykü kitabı sayısının yüzü bulduğu, aştığı çıktı ortaya.

Kemal Gündüzalp, Öykü Üzerine adlı yayımlanmamış çalışmasında öykü yazarlarıyla kitapları konusunda şöyle bir saptama getiriyor:

“Öykücülüğün başlangıcını 1852 olarak aldığımızda (…) 1860’lı yıllardan başlayarak 1999 yılı sonuna kadar yayımlanan ilk öykü kitabı 754 kitaptır. (…) Sonraki yıllar da (2000’ler) eklendiğinde 167 yıllık öykü tarihinde bugüne kadar toplam olarak 4.156 yazarın öykü kitabı yayımladığı görülecektir.

“147 yılda yayımlanan ilk öykü kitabının aslında çok az olduğu bellidir. (…) yalnızca 2000’li yılların ilk basamağında (2000-2009) yayımlanan ilk öykü kitabı bile bu sayıyı geçmektedir. (…) Bir de şu önemli: …ilk öykü kitaplarında doğrusal bir artış var. …hiç düşüş yok, sürekli artış söz konusudur.”

Gündüzalp’in saptamasına göre son yıllarda yayımlanan öykü kitabı sayısı da artık beş yüzü epeyce aşmış bulunuyor. Bunların çok büyük bölümü, yarıdan fazlası üstelik ilk öykü kitabı niteliği taşıyor.

Hadi dergi-gazetelerde kalan öyküler yerlerinde bekleyedursun bakalım, bunca öykü kitabı içinden tek tek öyküleri de geçtim, bu kitaplardan  kaçını anımsıyoruz? Genç öykücüler, öyküye yeni başlayanlar bir ödev gibi de alabilir soruyu. Öyle ya, anımsadığımız kitapların adlarını alt alta yazmaya kalksak, bugüne dek yayımlanmış öykü kitaplarından kaçını bu listeye katabiliriz dersiniz?

Bir şarkıyı, duyguyu, güzelliği vb. bunlara duyulan özlemle anımsamak, ardı sıra yeniden yaşama arzusu duymak, nahif ama çok insani bir istek.

Öyküleri üzerine çalıştığım yazarların verimlerini birkaç kez okuduğum, bunları, konuyu sürdürdüğüm yazılarda da özellikle çalıştığım için söz konusu öyküleri kendi payıma yeniden okuma isteği pek duymuyorum diyebilirim.

Ama üzerine çalışmadığım, okuma yinelemeleri yaşamadığım öykülerden anımsadıklarım olduğunda da elimi tutup karşıdan bakmıyorum asla.

Bir müziği yeniden yeniden dinlerken çıkılan farklı keşiflerin yaşattığı duygu, bir tabloya her seferinde, daha önce hiç görmemişçesine gözlerin dikilip seyre dalınması, bunun heyecanının yaşanması az şey mi?

Ben bu duyguyu, içimde yeniden okuma isteği uyanan her öykü karşısında da yaşıyorum.

Diyelim bu, işin duygu, haz, heyecan yanı.

Bir de bunda emekle elde edilen başka bir yan var.

Beynine takılı bir çip varmış da, yazarın kurmaca evreninde gezinip metinde nerelerde ne tür oyunlar kurduğunu bulgulamak, onun dile dönük oyunbazlıklarını gözlemlemek, bunun için bir tür öykü atölyesi yapmaya girmişçesine okuma ediminin her adımında farklı yollar deneyip apaçık bir laboratuvar kurmak, bulunmaz fırsata dönüşmez mi okur için?

Sonra kitaplıkta yerine koyarken öyküyü, bunu okumamış olmayı dileyip içten içe, düşlere dalmak…