SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ‘PARASIZ YATILI’NIN YARIM YÜZYILI

“PARASIZ YATILI”NIN YARIM YÜZYILI…

M.Sadık Aslankara
(28.01.2021 YAZISIDIR.)

Murat Yalçın, telefon açıp da kitap-lık’ın Mart-Nisan sayısı için, Füruzan’ın, ünü kendisini aşmış, ellinci yayın yıla ulaşıp baskı üzerine baskı yenileyen öykü kitabı Parasız Yatılı (1971) için yazı isteyince kütüphaneme yöneldim, uzanıp buldum öykücülüğümüzün bu içli kitabını.

O yıllarda Bilgi Yayınevi, tam bir öykü odağına dönüşmüştü Türkiye’de. Füruzan kadar Bilge Karasu, Sevgi Soysal, Tomris Uyar, Selim İleri, Nazlı Eray, Ayşe Kilimci gibi adlardan, kimileri ilk öykü kitabı, art arda yayımladığı yapıtlarla öykücülüğümüzün merkezini oluşturmuştu âdeta.

Ama Füruzan’ın Parasız Yatılı’sı, yalnız o yılların değil şu geçen elli yıl boyunca her yaştan, cinsten, kültürden, sınıftan, eğitimli-eğitimsiz her okur kuşağının başucunda tutmayı sürdürdüğü öykü kitapları arasındaki seçkin yerini korudu hep.

Kimi yapıtların, bütün zamanlara yayılan bir “büyü”, “tılsım” yaratıp dalga dalga bunu sürdürdüğü söylenebilir elbette. Dede Korkut anlatılarının, masallarla mesellerin, söylenlerin, halk türkülerimizin, Yunus’tan Ömer Seyfettin’e, Nâzım’a, Sait Faik’ten Orhan Veli’ye, Yaşar Kemal’e uzanan pek çok adın böylesi büyü yaratıp bunu yaydığı söylenebilir.

İşte Füruzan da nicedir bu adlar arasında…

Onun “Parasız Yatılı” öyküsünü bir kez daha okurken, bu çerçevede okurla kurduğu bağların neler olduğu, olabileceği, arada oluşan büyülü ilişkideki akış, bunun nirengileri üzerine neler söylenebileceği yönünde düşünmekten alamadım kendimi.

Önce öyküyü anımsayalım…

Adı üzerinde bir “parasız yatılılık” olgusu söz konusudur anlatıda; bu ne anlama geliyor? Bir yoksulluk da ağırlıklı biçimde yerleşecek demektir öyküye. Anneyle kızını tanımaya koyuluruz. Sekiz yaşındayken babanın hastalıkla ani ölümü sonrasında kızla annesinin değişen bütün yaşamı her satırda iyiden iyiye somutlaşır. Bu arada bir can simidi gelir önlerine; anne, hastanede hastabakıcılık işi bulmuştur. Ama çoğu akşam hastanede kalacağından küçük kız, bu yoksul yaşamı bir süreliğine de olsa yapayalnız sürdürecektir.

Anneyle kızın adları geçmez öyküde. Adı anılan tek kişi, annenin yokluğunda sabahları kapıyı vurup, okula hazırlık için kızı uyandıracak olan ev sahibesi kadındır. Çocuk, yazarın anlatmaya girişmeden satır aralarına serptiği, yaşamında, açıktan dillendirmediği ne varsa bunları sezmemizi sağlayacak renkli bir şerit halinde olup bitenleri dizer metne.

Öykü, elöyküsel anlatımla kurulmuş olsa da aslında kızın (çocuğun) örtük aktarıcılığına dayanır yine de. Böylece biz onun okul yaşamını da, okulda öğretmenlerden, evde annesinden duyduklarını da çocuk ruhundan geçirdiği biçimle, üstelik bütün bunları okur olarak yeni baştan kurmaya girişerek yapılandırmaya yöneliriz. Böylelikle kızın duygusu eşliğinde öyküde tam bir öznellikle gezintimiz sürer. Yaşantısına kattığı değerler, öğeler bağlamında kızı da yeniden tanır, yerli yerine oturtup onu da bu yapılandırmaya dâhil ederiz.

Öykü, kızın, parasız yatılı sınavına girmek üzere annesiyle birlikte sınavın yapılacağı salona yürüyüşleriyle sona erer.

Öykü, ilk ağızda nirengi bağlamında yansıttığı değerlerle belirginlik kazanıp içe yerleşiyor denebilir. Nedir bunlar örneğin? “Evine her gece ekmek alıp gelen bir erkeğin yokluğu”, bir “sessizlik” halinde gelip yoksul dünyalarına yerleşmiştir anne kızın. Sonrasında yaşanan onca sıkıntının ardından annenin çığlık çığlığa sevinci: “Düşün, bir iş bulduk artık.”

Öykü bu iki nirengiyle uyumlu biçimleniyor öykü zamanı içinde. İlkinde sıkışan soluk, ikincisinde nefeslenip genişliyor. Bunun yol açtığı büzülüp gevşeme, daralıp rahatlama. Hemen bütün zamanlarda, insanların ana sorunsalı açlığın neden olduğu umarsızlık, bunun giderilmesinde önleyici dayanak olarak ulaşılan “iş” güvencesi…

Nitekim çocuk “parasız yatılı” sınavına girmek üzere yürürlerken annesine sorar: “Bu okulu kazanacakların hepsi de benim gibi yoksul çocukları mı, anne?” “Evet,” yanıtını alınca da “Oh,” dercesine güvenle seslenir: “Öyleyse ben burayı kazanırım.” Sonra o irkiltici, can alıcı vurgu: “Artık burda, arkadaşlarım olur”

Yoksulluğun en ağır bedeli böylece önümüze gelir kendiliğinden. Çünkü ağır bir “yalnızlık” da her zaman yakasına yapışır yoksulun.

Sonuçta “ekmek”, bir kez daha ahlakın, dinin, şunun bunun belirleyicisi olarak öne çıkacaktır. Çünkü yoksula insanca yaşama şansı tanımaz düzen. Bu yanıyla öykünün, her okuru kıskıvrak bağlayacağı ortada kuşkusuz.

Peki öykülemeye dönük, öyküsel değer için neler söyleyebiliriz “Parasız Yatılı”da Füruzan’ın metnine?

Parasız Yatılı’nın yarım yüzyıldır yayımlanmayı sürdürmesi salt bunlardan kaynaklanıyor değil kuşkusuz.

Haftaya “Parasız Yatılı” öyküsünü, bu kez öyküsel değerlerine yönelik, konuyu tam da buradan alıp tartışmayı sürdüreceğim.