SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; SANATIN RANTÇISI OLMAK;

SANATIN RANTÇISI OLMAK…

M.Sadık Aslankara
(22.4.2021 YAZISIDIR.)

“Rantçı” ya da “rantiyeci” derken, “-ci”, “-çı” ekleriyle bu yabancı sözcüğü bir biçimde Türkçeleştiriyoruz  aynı zamanda, “aksesuar-cı”da olduğu gibi. Ama özdeki “yabancı”lık olduğu gibi yine duruyor üzerinde, o ayrı.

“Rantiyeci” kullanımı, belleğim beni yanıltmıyorsa eğer, Necmettin Erbakan’la yaygınlık kazanmıştı. Bu arada ötekileriyle birlikte “rantiyeci” ya da “rantçı” sözcükleri de halkımızın diline yerleşti gide gide. Hiç kimsenin yadırgadığı yok artık bunu. Ayrıca bir gerçek de şu ki, hayatlarını bu temelde, böyle bir yaşama biçimine dayalı olarak geçiren bir kitle var zaten toplumda.

Hiçbir sanatçı, sanatın rantçısı, rantiyecisi değildir elbette, sanat ille de kendine dönük amaç yönünde, bir sanatsal bakışla, bunun boy attığı zihinsel toprakta yapılıp işlenir, ortaya çıkarılır. Bu çerçevede kimi yazarlar için “Tanrı romancı” denilirken örneğin arzulanan amaç vurgulanır kaçınılmaz olarak.

Söylenmek istenen açıktır; “sanat”, amacı dışında yapılamaz, buradan kalkarak örneğin para için sanat yapmaya yönelemezsiniz. Bu demek değildir ki sanattan para kazanılmaz, kazanılmamalıdır, bu iş yapılırken paraya sırt dönülür. Yo, hayır, kazanılır, kazanılacaktır, kazanılmalıdır da. Söylenmek istenen sanat üretiminde böyle bir amaç için yola çıkılamayacağı. Ancak bu noktada “halk romancılığı” ardılı yazarların, sanatın gereksinirliğinden ödün vermeden popüler düzlemde salt halkla buluşmayı amaçladıkları yazarlık anlayışını bundan ayırmak gerekiyor.

Ama kendileri herhangi üretimde bulunmadıkları halde sanatçılar üzerinden onların verimlerini rant konusu yapanlar da olacaktır kapitalist ilişki ağı içinde. Örneğin sanal yayıncılar, dijital ağ zincirindeki kuruluşlar, tv, radyo, google, youtube vb. aracılar, bilişim teknolojisi işletmecileri, yayınevleri, editörler, galericiler, koleksiyoncular, organizatörler, salon-stüdyo işletmecileri vb. pek çok kesim “sanat”ı bir kazanç nesnesi bağlamında alıp bunun ticaretini yapabilir.

Zaman zaman bu kesimden gelen kimileri doğrudan sanat yapmaya da girişebilir kuşkusuz, ancak amacını belirlemek zorundadır bu insanlar; sanat mı yapacak para mı kazanacak bunun kararını alacaklardır. Bu örneğe giren pek çok ad sayılabilir, kimileri tecimsel açıdan parlak bir konum sergilerken sanatta yaya kalmıştır. Peki tecimsel açıdan batıp ama sanatta varlıklarını pekiştirenler?

Hadi bir istisna getirmiş olalım tam bu noktada. Geçmişte Uğur Mumcu’nun da arada bir vurguladığı üzere, dıştan bakıldığında üzerinde “patron” görüntüsü taşıyan tiyatrocular bu kapsamda değerlendirilebilir, çünkü Türkiye’de tiyatro kurucusu hiçbir patron, bu işten para kazanmamıştır.

Tiyatronun dışında bu örneğe birkaç yayınevini eklemek gerek. Elbette yazın dergileri de, “kan kusarken kızılcık şerbeti içme” örneğinin birer somutlanışı gibi görülebilir bana göre. Özellikle şair-yazar yürütücülüğünde çıkan bütün edebiyat dergilerini bu bağlamda almak gerekir kanımca. Geçmiş yıllarda Yehudi Menuhin’in dünyada sanatsal üretimiyle büyük kazançlar elde etmiş bir örnek olarak anıldığını anımsıyorum.

Demek aykırı örnekler gösterilebilir pekâlâ. Ancak işin başında sanat için yola çıkanlarla, sanattan rant elde etmek üzere yola çıkanları birbirinden ayırmak gerekiyor. Sanatta rantı amaçlamışken sonradan buna sırt dönüp parasızlığı göze alanlar çıkabildiği gibi sanatsal popülerliği popülistliğe dönüştürüp rantçılığa soyunanlar çıktığı, çıkabileceği unutulmamalı derim.

Arzu edilen, sanatçıdan bir lokma bir hırka anlayışıyla sanat yapmasını istemek veya beklemek değil kuşkusuz. Ama Abraham Maslow’un “ihtiyaçlar piramidi”nde ya da üçgeninde getirdiği, halkın sanata ulaşımı konusunda öncelikli gereksinimlerini karşıladıktan sonra ancak buna yer açabileceği olgusu da göz ardı edilemez elbette.

Sonuçta sanat yapmak, sanat yapıtı verimleyip üretmek, bir biçimde ip cambazlığı yapmaktan farklı eylem değil.

Ama bu gözü peklik olmadan da sanat yapılamıyor ne yazık ki.