Sıradan Mükemmel…
M.Sadık Aslankara
(9.4.2020 YAZISIDIR.)
Mihail Romm’un yönettiği Sıradan Faşizm (1965), dönemin üzerinde en çok konuşulan filmlerinden biriydi. Neredeyse tüm toplum bireylerinin katıldığı, enikonu sıradanlaşmış bir faşizm anlatılıyordu.
Hemen herkesin bir faşizm ortaklığında buluşması, bunun neredeyse paydaşı olması anlamına geliyordu deyiş. Bu yanıyla da terimleşiyor, hatta kavram olarak önümüzde duruyordu. Öyle ya toplumların sıradan faşizm olgusu çerçevesinde ortaklık kurması, bunu bir “ortak akıl” uygulamasına alıp kendilerini bu aklın yöneticisine teslim etmesi pekâlâ mümkündü.
Nitekim 1930’larda Almanya’da, İtalya’da başka kimi ülkelerde yaşanan, söz konusu ülkelerde insanların kendiliğinden böyle bir akıma ulanıp katıldıklarını, gelecekte de katılabileceğini ortaya koyuyor. Hele bugünden bakıldığında bu apaçık görülebiliyor zaten.
“Sıradan Mükemmel” deyişini bu filmin adından aldım işte.
Günümüzde, herkes kendini var edebilmek adına, bunun ancak görünür olmakla gerçekleşebileceği inancıyla bunu bir “mükemmelleşme” olgusu bağlamında alıyor, sonrasında olguyu neredeyse bir sendrom olarak yaşamaya koyuluyor.
Sayısal üstünlüğe ya da teknik yeterliğe dayalı bir tamlık anlayışının artık tüm toplumlarda genel bir kabule ve kavrayış biçimine, ötesinde alışkanlığa dönüştüğü öne sürülebilir.
Tehlike burada başlıyor.
Çünkü neredeyse toplumsal şartlanmaya dönüşen bu anlayış giderek sanat ortamlarını da etkiliyor. Sayısallık, nitelik değil de sayılara karşılık gelen veriler, sanatsal değerlerin üzerini örtüp gölgeliyor bir biçimde.
Neler oluyor örneğin?
Sanat yapıtları, sanatçının görünürlük ölçütleriyle puanlanıyor, bunun için basın yayın kuruluşlarında, sosyal medyada görünürlük, izlenirlik, takip edilirlik sayıları, bu arada okur, seyirci, dinleyici vb. toplamları, söz konusu yapıtların beğenilirlikleri üzerine kanıta dönüşüp, bütün bunlar, sonuçta kabaca “hasılat”, o sanat yapıtı için mükemmelliğin göstergesine dönüştürülüp kanıt bağlamında alınabiliyor.
Bu durum, daha derin bir şartlanmaya da yol açıyor ne yazık ki.
O nedir?
Sayısal bombardıman, giderek estetik mükemmelliğin ön göstereni bağlamında alınır oluyor usuldan. İşte sıradan mükemmel böyle çıkıyor ortaya. Çünkü sanat ortamlarında yapıt verenler, bu koşullanmaya kendilerini uydurduklarında başlarını da bu boyunduruğa uzatıyor, bunu genel geçer bir kural bağlamında alarak. Sonuçta altından kalkılamaz bir karmaşa doğuyor.
Şu gerçek unutuluyor çünkü:
Sanat, biricik oluşuyla mükemmelleşir. Herkes mükemmel görünüyorsa eğer ya da en çok görünen, en yüksek hasılatı alan mükemmel olarak örnekleniyor veya öne çıkarılıyorsa orada estetik mükemmelliğe yer açılabilir mi? Sorun, sonuçta bizi buralara savurmuş oluyor elde olmadan.
Bu yüzden işte, toplumlar mükemmelliğin ölçüsünü yitirdiler, bilinmez artık yeniden nasıl bulurlar?
Ama çok dar bir sanat entelijansiyası estetik mükemmelliğin ne olup olmadığını biliyor elbette, bunu tartışmıyor da zaten.
Ya toplum?
Onlar, “sıradan faşizm”de olduğu gibi bu tür bir sıradan mükemmelliğin peşine takılmış durumda bu algının ekmeğine yağ sürüp yayılmasına da arıcılık yapıyor aynı zamanda.