SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; YARATICI YAZARA YARATICI OKUR OLMAK…

YARATICI YAZARA YARATICI OKUR OLMAK

M.Sadık Aslankara
(26.01.2023 YAZISIDIR.)

Salt okuryazarlıkta yaratıcılık, metni derli toplu kurmak ya da okumaya dönük düzen getirici yaklaşım sağlamak türünde bir yaratıcılık olarak kabul edilebilir elbette.

İş, saltık anlamda yazarlığa, okurluğa gelip dayanır, işte o zaman durum değişir; çünkü okuryazarda sıradanlık olağan sayılabilecekken, bunun aşıldığı çok üzerinde bir beklenti eşiğinin bizi karşılayacağı gerçeklik çıkacak demektir karşımıza. Sonuçta yaratıcı yazarlık, yaratıcı okurluk diyebileceğimiz apayrı bir ulamda kavramsal öbekle karşı karşıya geleceğiz anlamına gelir bu.

Füsun Akatlı’nın tanıklıklarından yararlanacağım bu yazıda. Altını çizdiğim satırları aktarayım ilkin:

“Ninelerimizin anlattığı masallar, çocuklarımızın kurduğu düşler de kimileyin ne kadar güzel ne kadar renkli olabilirler, hatta bizi değişik düş dünyalarına sürükleyebilirler ama ‘yazınsal’ değildirler.” (Edebiyat Defteri; Afa, 1987, 45) “Okumanın edilgin değil, etkin bir işlev olduğunu, olması gerektiğini bilirim, savunurum.” (58) “Okurdan çaba ve katılım bekleyen metin; okumaya olanaklar sunan, yorumu boyutlandıran metindir. Okuru bir gramer dehlizinin kapısına koyup, çıkış kapısına giden yol hangisidir, sorusuyla karşı karşıya bırakmak, elbette yazınsal derinliğe işaret etmez. Bu ayrımı mutlaka görmek gerekir: bir yazınsal metinde, yoğunluk, doluluk başka şey; tıkızlık ve hatta tıkış tıkışlık çok daha başka bir şeydir.” (59) “Yazında, genel olarak sanatta da, alabildiğine özgürce çeşitleme olanağı, hakkı, hatta belki gerekliliği vardır.” (119, 120) “Yazma eylemi ile okuma eylemini(n) karşıkarşıya getiri(lip) çarpıştırı(lması), (…) verimli bir etkinliğe, yazarak-okuyarak katılma zemininin oluşması yazınımız açısından bir kazanç bence.” (149)

Derken, şuraya varıyor Füsun:

“Edebiyatçının hası, yazdığını çoğaltmayan, hep yeni, taze söyleyen, ufkunu ve ufkunuzu sınırlamayandır.” (Felsefe Gözlüğüyle Edebiyat, Dünya, 2003, 87) “Onu okuduktan sonra, okumadan önceki siz olarak kalmıyorsunuz; bir şeyler ekleniyor, katılıyor size. Bir yazın yapıtından beklenebilecek en değerli şeylerden bir tanesi de, bu olanağı vermesi değil midir?” (Edebiyat Defteri, 132)

Şu “ufuk” sorunsalı üzerinde duralım şimdi biraz.

“Ufuk”, sınır koymaz, bu açıdan bir kesinleme de getirmez, ancak ilkeli, dayanaklı, verili bir çokseslilik, genişlik, özgürlük, denemesel çeşitlilik sunar insana, bu niteliklerle donanan kişi, eninde sonunda kendi ufkunun alabildiğine geliştiğini görür okuma ya da yazma eylemini sürdürürken. Bu gelişme, ayrıca zaman-uzam-ulam bağlamında hem alabildiğine yayılım hem de olağanüstü hızda bir geçişlilik olarak yansır okur dünyasına.

Sonuçta artık “den, den” (yineleme) yoktur, bu, kalkmıştır ortadan. Çünkü yaratma, ancak kendi eylemini yineleyebilir özce; hep yaratır, “sürekli yaratma” olarak anabiliriz bunu. Hep yaratarak yaratıcı olunur. Aynı şeyleri yaratmaya başlamışsanız eğer, yaratıcı olmaktan artık hızla uzaklaşıyorsunuz demektir.

Nitekim Füsun Akatlı, “sürekli yaratım” olarak yorumlanabilecek olguya dönük önemli bir ipucu anlamında deneylemeyle ilgili şu sözleriyle de ayrıca dikkati çekiyor:

“Roman yüz yaşın aştı aşalı, kabuklarını öyle kırdı, öyle kılıklara girdi ki; insanın onu yeniden belli tanımlar içine hapsedesi gelmiyor. Yazar ve okur, ister ‘roman’ desinler bir anlatıya, ister biri ‘roman’ desin, öbürü kabul etmek istemesin; ancak roman türü üzerine kuramsal tartışmalar yapılırken önemi olabilir bunun, belli bir yapıt üzerine eğilirken değil.” (Tenha Yolun Ortasında, Oğlak, 1995, 53)

Bu doğrultuda şunu da sözlerine ekliyor Füsun:

“Şiirle matematiği yan yana düşünmek, hiç de yadırgatıcı gelmemeli. Aslında yapı denen şey, her zaman bir matematik, bir geometridir.” (Tenha Yolun Ortasında, 27) Zaten buna dönük çok önceden söyledikleri de ortada onun:

“Şiir sevmeyen, şiiri küçümseyen bir edebiyatçı”dan şiir de eninde sonunda “sessiz intikam” alır, sözgelimi yazarına ancak “ölü yaşayacak bir roman” verir, o kadar. (Edebiyat Defteri, 68)

Demek ki ufuk geliştirmeyen bir okuma-yazma eylemi, yaratıcılıkta giderek erozyona yol açacak, hatta süreç içinde bunu artık sonlandırabilecek bir aşamaya taşıyacaktır.

Buradan çıkaracağımız sonuç şu olmalı: Yaratıcılık bir kez yaşanabilecek bir eylem değildir, yazarlıkta ya da okurlukta da yaratıcılık bu nedenle sürekli yaratım olarak alınmak zorunda.

Ha, şunun da altını çizelim sırası gelmişken, yaratıcılığın yongası anlamında düşünsel geviş bağlamında anabileceğimiz okuma temrinleri ya da yazım notları, kişi yaratıcılık yaptığı yönünde eğer kendisini kandırmıyorsa yaratım alanına dönük alüvyonal bir katkı getirir elbette.

Buna göre birbirine sürekli gereksinim duyan bir ikili bağlamında alınabilir yaratıcı yazarla yaratıcı okur.

Birbirlerini yazınsal yaratıcılık paydasında bağlayan ikili olarak yazarla okuru buluşturacak paydayı yine Füsun’un sözleriyle belirleyip altını çizebiliriz bunun:

“Yazından konuşulurken yazın sınırları içinde kalma zorunluluğunun bilinci yerleşmedikçe (.) çağdaş yazınımızın yazın kaygılarını öne çıkaran (.) has yazarları bir yankı bulamayacaklar seslerine. Ama sesleri kalacak ve duymak isteyene bugün de, yarın da ulaşacak. Çünkü bu başlangıcından bugüne hep böyle olagelmiş.” (Edebiyat Defteri; 56)

Yaratıcı yazarlık, bu nedenle yaratıcı okura sahip olmak anlamına da gelir kuşkusuz. Gitseniz de siz, yaratıcı okur ardınızdan bir gün kesinlikle bulur sizi.