Yazara Bir Tutam Umut Gerek…
M.Sadık Aslankara
(03.01.2019 YAZISIDIR.)
Yazarlığın encamı üzerine, geçirdiği değişimlere yönelik düşünce üreten, haftalara yayılmış halde farklı zamanlara sarkarak uzayıp giden sayfa yazılarında konuyu orasından burasından deşerek epeyi tartıştık aslında.
Onca olumsuzluk yaşanırken, insanı çepeçevre bu olumsuzluklar kuşatırken, insanın yazardan umut vermesini beklemesi, doğrusu ya hiç de gerçekçi olmaz.
İlk ağızda doğru gibi görünüyor belki bu öne sürüş, ama şaman niye çıkmıştı ortaya, düşünelim derim o zaman. İnsan ne diye ille büyücü arayışına girdi, neden durmadan ritüellerin peşinden gitti, bunların ortasına birini oturtup onun çevresinde halkalandı, halkayı sıkılaştırıp çoklaştırdı durmadan?
Öyle ya düşünelim, sanatçı atamız niye duvara bir şeyler çiziktirmek istedi, yeryüzüne dağılmış kıvıl kıvıl onca insan ne diye masal üretti, yalan uydurdu, bu kuyruklu yalanlarını kurgulayıp da paylaşmaya, yaymaya girişti?
İçinde besleyip büyütmek istediği iyimserliği, umudu paylaşmak için değil mi?
Adına yazarlık dediğimiz yapıp etme eyleminin hiç de kolay ve ucuz bir iş olmadığını göstermeye yetiyor şu birkaç tümce bile.
Buna karşın umut verme aşılaması yapılıp sonuç alınmış, kendisi de bununla uyumlu olarak artık umut dağıtıcılığı yapmak zorunluğunda biri değil yine de hiçbir zaman yazar.
Ancak şunu da hiçbir zaman unutmayalım. Yazarlık iç dökerek sızlanma, kişisel hesabı üzerinden kendi boşluklarını giderme eylemi gibi alınamaz, alınmamalı asla, bu gerçek de köşe taşı gibi öylece duruyor ortada.
Neden derseniz, işin genetik kodlamasında doğayı anlayıp yorumlama, bunu toplumla paylaşma, sorunlar karşısında çözüm üretme, çıkış önerme, sonuç elde edebilme bağlamında ışık çakma, umut yaratma, bunun başarılabilmesi için de kişinin direnç mekanizmalarını eyleme geçirme gibisinden üretim söz konusu da ondan.
Yazarlık mesleğinin altında ille de büyücü görme arzusu yatıyorsa, nedenler arasında bunun göz ardı edilmemesi gerekiyor hiçbir zaman. Eksikli, zavallı yaratık insanoğlu, sanatçısından sağaltım bekliyor, okuyup üflemesini, acılarını gidermesini, umut yaratmasını istiyor ondan.
İşte tam bu noktada bir başka gerçeklik daha kesiyor önümüzü.
Yazar da bir insan, onun bütün bu isterleri eksiksiz yerine getirebilmesi için ilkin kendisinde umut yaratılması gerekmiyor mu?
Can alıcı noktaya geldik işte.
Yazarın, genetik kodu değiştirilmeye çalışılıyor, şimdiye dek hep bunun üzerinde durduk sayfa yazılarında. Bunu aşmanın, bu sorunsalla baş etmenin biricik yolu; ilkin yazarın kendisine umut vermek!
Yazara nasıl umut vereceğiz?
Yeseninvari tutumla, “Ölmek yeni bir şey değil, ama yaşamak da öyle,” dercesine yok edilebilir mi umut? Adalet Ağaoğlu’nun Bir Düğün Gecesi’nde Tezel’e söylettiği, “İntihar etmeyeceksek içelim,” deyişi parola olabilir mi?
Bunların yerine Stephen Hawking’i anımsamaya ne dersiniz? Ne diyordu bilim, yaşam, umut ustası; “Hayat varsa umut vardır!”
Yazarın üretimde kullanabileceği biricik güç bu işte; hayat ve aşk. Bunların olmadığı yerde sanat ne işe yarar, söyler misiniz?
Yekta Kopan, Sıradan Bir Gün (Can, 2018) adlı romanında, üniversite “Edebiyat Kulübü”nde, öyküler de kaleme alan ana karakterinin büyük hayranlık duyduğu kız arkadaşı ağzından şu sözleri söyletiyor:
“Nefretinin yazdıklarını esir almasına izin verme. Hepimiz zor zamanlardan geçiyoruz, kötü hikâyeler yaşıyoruz hayatta. Onlara sığınmak, kendine bir duvar örmek işin kolay yolu. Sen zor olanı seçmelisin. Sil at o hikâyeleri. Yık o duvarları. Dünya ne kadar kötü olursa olsun sen sevmeye çalış. Başka türlü yaşanmaz ki…” (36)
Evet, yazar, kendi umudunu da kendisi üretmek zorunda; genetik yapısı bunu emrediyor çünkü.
Aşk gibi, sevmek gibi…