SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Yazarlıkta Yol Ayrımı…

Yazarlıkta Yol Ayrımı…
M.Sadık Aslankara
(02.8.2018 YAZISIDIR.)

Homeros, Shakespeare, Yunus Emre taşıdığı değerle yaşadıkları çağı aşarak binlerce, yüzlerce yıl sonra bugün de bu şavkımayı yansıtabiliyor, üstelik bu, onların söylediklerini aşıp söyleme biçimleriyle de dikkat çekici hâle geliyorsa bunun üzerinde sıkı sıkıya durmak gerekiyor.

O halde matematikselleşmiş bir estetik değer, yansıttığı “değişmezlik” temelinde bütün çağları aşan ya da onları buluşturan bir sonuç üretebiliyor.

Olgunun resim, müzik öteki bütün sanat dalları için de temele alınmasının olanaklı olduğunu unutmamak gerekiyor bu arada.

Buradan kalkarak sözü eleştiriye, “eleştiri sanatı”nın yararlılığına getirmek istiyorum.

Eleştiriye, tek başına terim olarak değil de “eleştiri sanatı” nitelemesiyle yaklaştım. Neden eleştiriyi, tıp ya da hukuk vb. alanlar için de kullanılabilen “sanat” nitelemesiyle alıyorum, önce buna değinmeliyim.

Eleştiri, özgür aklın bir etkinliği olduğu için öncelikle. Bunun tanıklığını biz, kurumsallaşmış yanıyla ilkçağ felsefeleri içinde buluyoruz. Bunun için de öncelikle gelişmiş toplumlara yönelip Hellenik döneme yoğunlaşıyoruz. Felsefenin, eleştirilerle halka halka geliştiği, eleştiri ediminin kendisinin de tek başına insana dönük yüce bir eylem olduğunun kabul edildiği zamana. Bunu açımlayabilmek için “eleştiri için eleştiri” deyişi getirilebilir bana göre.

Çok eski yıllarda bizde de üniversite bir tarafa, liselerde, hatta ortaokullarda bile “münazaralar” düzenlendiği, hemen her gencin “tartışma sanatı”yla tanıştırıldığı anımsanabilir.

“Eleştiri sanatı”na yatkınlığı olmayan bir toplumun, bir disiplin olarak eleştiriyi benimseyip geliştiremeyeceği de ortada.

Edebiyatımızda bu yaklaşımla kavrayışın, gençleri tartışma sanatıyla tanıştırmanın, onların eleştiri sanatıyla ilgilenmelerinin kurumsal bağlamda önünü açmaya girişenlerin belki sonuncusu Hüseyin Cöntürk oldu.

Değerli eleştirmen Hüseyin Cöntürk, yarım yüzyıl önce yayımladığı, yazınımızın nitelikçe anılmayı hak eden önemli dergilerinden Yordam’da, şiir, öykü türünde ürün gönderen gençlerin, bunların yanına mutlaka bir eleştiri yazısı eklemesinin de istendiği bir duyuru yer alırdı.

Bunun anlamsal değeri, şimdilerde daha iyi anlaşılıyor olmalı. Artık hiçbir tartışma yok, eleştiri sanatından kopmuşuz, bunun kültürünü yitirmişiz. Bu işi, herkesin değil de kimilerinin özel anlamda yapması gereken çalışma türü olduğunu kabullenen bir kavrayışın eşiğine gelip dayanmışız. Bu nedenle işi akademisyenlere, üniversite çevrelerine bırakıp geri çekilmişiz. Sonuçta eleştiriyi, neredeyse hepten edebiyatın dışına atmışız.

Yazınsal eleştiri, bunun yanında yazınsal deneme türündeki yapıtların yeterince ilgi görmeyişi bunlara dönük heyecan yaşanmayışı artık eksiklik ya da kusur olarak da algılanmıyor yazık ki.

Genel anlamda akla dayalı hemen tüm etkinlikler, bu işi özel bir görev olarak üstlendiği düşünülen kişilere havale ediliyor neredeyse. Yani akıl, kendini yetersiz ilan edip tartışmaktan, eleştiri sanatıyla içlidışlı olmaktan git gide uzaklaşıyor, böylelikle de hem kendisini hem de akla dayalı etkinlikleri anlamsız hale getiriyor.

Oysa edebiyatta olduğu gibi bütün sanat alanları da akla dayalı, yalnızca matematik dayanaklarla üretilen etkinlik olarak zaten sıra dışı bir nitelikle yüklü. Eleştiri sanatını bunun dışında bırakmak yalnız edebiyata, sanat dallarına ihanet olmaz insanın kendisine de ihanetine dönüşür.

Biz bugün böyle bir aşamada yaşıyoruz.

Az sayıda yazarın gönül indirdiği, buna katılıp mutlu olduğu, eleştiri sanatına yer açıp yücelttiği eleştiri, tartışma kültürünü insani gerekirlik sayan bir azınlığın gönlü dışında neredeyse imgesiyle bile yaşamımızdan çıkarılmak istenen bir yaşama biçimi bu insani sanat.

Yazıya yüzyılları, binyılları aşan Homeros, Shakespeare, Yunus Emre değerlerinden söz ederek girmiştim. Onlar, kendi toplumlarının eleştiri, tartışma süzgecinden geçerek bugünlere ulaştı. Bu üçünün de pek çok addan katkı alarak varlıklarını büyüttüklerini anımsamak yeter bu konuda.

Ne var ki günümüzde büyük yazar çoğunluğunun eleştiriye gereksinim duymadığı da açık! Oysa eleştirilmeyen yazar, daha işin başında yazarlığını yitirmiş demektir bana göre.

Nitekim bugün, edebiyatımız, eleştirilmeyen yazarlardan oluşuyor neredeyse. Üzülmemek elde değil. Ne acı!