YAZINSAL TAYF…
M.Sadık Aslankara
(15.06.2023 YAZISIDIR.)
“Yazınsal tayf” deyişi, “yazınsal çokseslilik” söyleyişiyle karıştırılabilir bir çalım, aynıymış gibi algılanabilir pekâlâ, oysa bu iki terimi apayrı düzlemlerde alıp değerlendirmek gerekiyor.
Tayf ya da spektrum terimlerinin fizikteki karşılığını Dil Derneği Türkçe Sözlük’ten aktarıyorum:
“Bileşik bir ışık demetinin prizmadan geçtikten sonra ayrıldığı basit renklerden oluşmuş görüntü, ayrılma…”
Biz, güneş ışığını, adına “gün ışığı” da dediğimiz tek bir renk olarak algılıyoruz ama fizik sayesinde bunu, birbirinden farklı renklerin oluşturduğunu biliyoruz. Tayf, prizma aracılığıyla ortaya çıkan kırılmayı gösterirken, yanı sıra gün ışığını oluşturan renkleri de ele veriyor: kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor.
Gökkuşağını düşünelim, yağmur damlası, prizmatik kırılmayı oluşturuyor, böylelikle gün ışığının rengi de gün gibi ortaya çıkıveriyor bir anda.
Aynı sözlük “çokseslilik”in karşılığını müzik, dil için şöyle açımlıyor:
“Birçok sesleri müziğe uygun olarak yazma sanatı,” “Dilde bir harfin birden çok sesi karşılaması niteliği.”
Buna göre bir yapıt “yazınsal tayf” yapılanması da, “yazınsal çokseslilik” de yansıtabilir, bunlar aynı yapıtta kol kola girebilir, girecektir de, ne var ki kendisini birbirinden farklı nitelikte gösterecektir yine de.
İki terimin birbirine karıştırılmaması için söylemek gereği duyuyorum bunu işin başında.
Herhangi roman üzerinden yürüyerek konuyu geliştirebiliriz.
Biz, eğer profesyonel nitelikte bir alımlayıcı değil de amatör tüketici okur yanımızla almışsak kendi duygu durumumuza bağlı olarak, hatta kimi yaşantısal deneyim düşkünlüğü, buna dönük tutumdan beslenen duyguyla ya da çok daha farklı nedenlere dayalı bir bağlanışla yapıtı okuruz. Bu okuma tek açılıdır, bizi içine çeken eşikler üzerinden yol alırız okuma eyleminde, eşik dışında kalan alanları görmeyebiliriz, önem de vermeyebiliriz bunlara, ilgimizi çekmeyeceği gibi ayırdına bile varamayabiliriz hatta bunların, arabesk bir bulanıklıkla.
Amatör nitelikteki tüketici okur, okuma eyleminde izlek yerine önüne konuyu alıp, merak dürtüsüyle serüveni çeker öne, karakter yerine olayı önemser, dilsel biçeme değil hazır lokma, hatta orta malına dönüşmüş, sakız benzeri çiğnenmiş, hani neredeyse vıcık hale gelmiş anlatıyı yeğler. Eşikçe duyarlık değil gülüp ağlamaya açık duygusallık kapısı açıktır bu okurun.
Satır arası okumalarına girişmez, yan anlam çözümlemeleri yapmaz, ayrıntıdaki işlevselliği umursamaz, artalana dalmaz, düz değiştirimli bir anlatımı yeğleyip bu yönde öznel duygu yönlendirmesiyle sürdürür okumasını,
Bu nitelikteki amatör tüketici okur da yapıttaki çoksesliliği görebilir pekâlâ ama bu nitelikte okurun romandaki tayf yapısını algılaması, kimileyin olanaksız hale de gelebilir.
Bunun iyice anlaşılabilmesi için yine bir örneklemeden yola çıkalım gelin.
Dostoyevski’yi okuyan bu nitelikteki amatör tüketici okur, vicdan olgusunun yazar tarafından yapıtlarında nasıl gezindirildiğini, Kafka’yı okuyan okursa yazarın yöneldiği soyutlayım, dönüştürüm aracılığıyla yapıtlarında ne yapmaya çalıştığını kavramakta güçlük çekebilir.
Oysa yazınsal nitelik taşıyan her yapıt, zorunlu olarak böyle bir tayf sergiler, yani dıştan göründüğü gibi yapyalın değildir, varoluşun kendisi gibi karmaşıktır, böyle çıkar ortaya, bu durumu, profesyonel alımlayıcı okur görebilir ancak. Sanatçılar, bilimciler, düşünücüler vb. bu nitelikte okur yapısına sahiptir, onlar bu tayfı ilk elde görür hemen, ne türden bir okuma yaparsa yapsınlar bir yapıtın yansıtabileceği ne varsa bunları alırlar. Öte yandan amatör tüketici okurun algısına da sahip olduklarından hiçbir eşiği atlamadan birebir, eksiksiz okuma yaparlar hep.
Amatör tüketici okur, okuma eyleminde, beklentisi olan, okumak için önüne aldığı kitapta en azından nasıl bir çıkar görmüşse bunu arar, bulmak için çabalar, kitap bu nedenle beklentilerinin karşılığını vermelidir, bunu elde edemediğinde okuma eylemini bile kesip kitabı yarı yolda bırakabilir.
Kitaptaki çoksesliliğin gereği olarak yazarın romana yerleştirdiği pek çok şeyin elbette ayırdındadır, ama bunlar beklentisi dışındaysa, kendi ölçütleriyle okumasını gerektirecek nitelikten yoksunsa tayf bir yana, bunlarla da ilgilenmez.
Sonuçta bir okuma eyleminde ille bu tayfın görülmesi gerekmez kuşkusuz. Ama yaşam-ölüm, varoluş, hayat vb. anlamlar bütün halinde algılanarak ulaşılan yaşama bilinci, nasıl entelektüel haz kaynağına dönüşürse, bir yapıttaki tayfı olduğu gibi gören profesyonel alımlamaya dönük okuma da öteki biçimlerin yanında farklı bir haz kaynağı olup çıkar. Bu da insanın birey olarak nitel düzeyini yükseltici adım bağlamında alınabilir.
Fethi Naci, Reşat Nuri’nin, romanlarına aralıklarla göz yaşartıcı bombalar yerleştirdiğini söyler ya hani, işte Fethi Naci bir yandan romandaki tayfı görürken, onun bu bombaları nasıl birer tuzak olarak roman içine yerleştirdiğini de bulup gözler önüne serer. Sıra içi okur bu ökseye kendisini kaptırır, ağlar belki ama yapıttaki tayfı, romanın asıl değerini, niteliğini ele veren yanlarını asla göremez.
Oysa bir yapıttaki niteliği bize yazınsal tayf gösterir ancak. Prizmatik kırılma olarak alırsak bu profesyonel alımlayıcı okuma, bu ayrılmada ortaya çıkan renkler, değerler nasıl, hepsi eksiksiz yerli yerinde mi bunları gösterir.
Bu nedenle yazınsal tayf, yapıtın sağlamasıdır aynı zamanda. Böylelikle, diyelim romanla ortaya çıkan gövde berrak, saydam olmayı başaramamışsa eğer, kendisini bulanıklıktan kurtaramamış bir yapıt olarak kalır. O halde popüler olmuş, çoksatarlığıyla ya da başka yollarla dolaşıma çıkarılmış romanlara bir de bu açıdan bakmak gerektiği göz ardı edilmemeli hiçbir zaman.