SAYFA YAZISI: Yaratıda İçsel Süreç…

M.Sadık Aslankara (20.04.17 yazısıdır.)

“Yaratıcılık”, elbette bir iç yolculuk, daha doğrusu bunu dile getiren süreç. Ancak bu içsel yolcuk süreci, yaratıcı için testere diş benzeri dizilişle zikzak gidip gelen, yani çelişkiyle, çatışkıyla yol alan diyalektik zincirleniş, saltık anlamda bir “yaratıcılık” kavramına karşılık geliyor değil hiçbir zaman.

Yaratıcılık için bu gerekli elbette, hatta zorunlu, ama yaratıcılığın kendisini ifade etmiyor bu durum. Çünkü zincirlenişle, dizilişle yürümeyen, bunun mantığına matematiğine dayanmayan bir yaratının ortaya çıkması olanaksız.

Bu dile getiriş bilim dalları, alanları için olduğu denli bütün sanatlarla türleri, biçemleri için de geçerli. Ama bilimi bilim, sanatı sanat olarak somutlayan, “sıçrama” olgusu. Fırlama, fışkırma, patlama vb. sözcüklerle karşılanabilecek bir eylemsellik durumu, biraz daha daraltalım, ânı.

Newton’un kafasına düşen elma, Arşimet’i küvetten çıkartan güç, buna benzer yaratı haykırışı, bir anlık “çakım” biçiminde görülebilir ama bunların altında, yukarıda dile getirdiğimiz upuzun sürecin yattığını unutmamak gerekiyor yine de.

Ne var ki söz konusu sürecin, yaratı kırıntıları üzerinde kuluçkalanmaya benzer matematiksel işlem düğümlenmeleriyle gelişeceği gerçeği göz ardı edilmemeli hiçbir zaman.

Aziz Nesin’in, Mum Hala (1996; bak.: Nesin Yayınevi) adlı yapıtı için hazırladığı “Önsöz Taslakları”na göz atalım mı sözün burasında?

Yazarın 14 Mayıs 1990, 31 Temmuz 1990, 9 Haziran 1994 tarihlerinde kaleme aldığı üç ayrı taslaktan alıntıladığım şu satırları okuyup süzmeye girişelim şimdi birlikte:

Mum Hala adıyla sunduğum bu derlemede neler var?

“Yazmayı tasarladığım deneme, öykü, roman konularının ve anılarımın hemen aklıma geliverip de unutmayayım diye gelişigüzel yazarak saptadığım notları.

“1990 yılına, yani yetmiş yaşıma dek bu notlardan yararlanıp değişik türlerde yazılar yazabileceğimi sanıyordum. Ama şimdi? Hayır… Kaç yüzyıl daha yaşamalıyım ki ben bu savruk notlarımdan yararlanarak yazılar yazabileyim.”

“Aradabir Mum Hala notlarımı şurasından burasından okuyunca şu yargıya varıyorum: Bu Mum Hala notları bir yazarın yazar olarak kendi kendisiyle didişmesidir, kendisiyle yazar olarak kavgası, çatışması…” “İnsanın kendisiyle didişmesi, sanırım salt sanatçılara, belki de ençok da yazarlara tebelleş olan bir ruh hali bu.”

“Yazacağım en güzel ve en değerli ve yeteneklerimi bütünüyle değilse bile bütününe yakınını ortaya koyacak olan yapıtlarımı yazmayı hep sona bırakmıştım.” “Hep kendimi kandırmaktayım, sonra sonra diyerek…” “Oysa olmuyor. Yetmiş yaşıma dek olan günlerimde bir saatte yaptığım bir işi, yazdığım bir yazıyı, yetmişdokuz yaşımdayken, bir günde değil, bir haftada bile yapamıyor, yazamıyorum.”

“Ne zaman? Artık ilerisi mi kaldı?”

Aziz Nesin’den genişçe alıntıladığım üç taslak önsöz satırları, sanatsal yaratının matematiksel ayaklarını gösteriyor elbette; düşünsel biriktirmeler, bunlarla kurulacak birikimsel bloklar.

Ancak bu bize, düşünsel kırıntılara dayalı kullanım gerçekleşmedikçe yaratının da ortaya çıkmayacağını, fışkırma yaşanmayacağını gösteriyor aynı zamanda.

Biz yine de Aziz Nesin’in yukarıdaki satırlarından bir geri dönüşle yaratıcılığının, bir bakıma yaratıcılık ritüelinin nasıl ortaya çıktığını bulgulayabiliyoruz ama…

Çünkü Aziz Nesin, bu son notlamasında, aslında yaratıcılığın nasıl bir gizden beslendiğini, büyünün nerelerden geldiğini, yaratısal hangi kırıntılardan yaratıcılığa ulaşıldığını göstermiş oluyor. Daha açığı, geç döneminden kalkarak ilk dönemdeki Aziz Nesin yaratıcılığının kaynaklarına ulaşıyoruz

O halde Mum Hala, en azından bir yaratıcının ortaya çıkışında bulgulanabilecek gizlere dönük ipuçları veriyor ya, kitap, bu yanıyla bile önemli!