tiyatrodergisi.com.tr için yazılmıştır. M.Sadık Aslankara
Nedim Saban, yaptığı tiyatroyla, bu yönde döktüğü terle emekle, bunu yansıtma biçimiyle 1980 sonrası tiyatromuzun gösterenlerinden biri olarak da alınabilecek bir tiyatro gönüllüsü aynı zamanda.
Bu nedenle Nedim Saban, özellikle izlediğim tiyatro yapıcılar arasında yer alıyor. Bir kere o, öteden beri süregelen tiyatroyla halkı buluşturma kavrayışının günümüzdeki ardıllarından biri bana göre. Bu doğrultuda sanattan ödün vermemeye çalışan, ancak bu arada halkın tanıdığı oyuncuları sahneye çıkararak, onları uluslararası üne sahip, bu doğrultuda kitlelerle bağ kurmuş düzeyli güldürülerle etkilemeye girişerek görece popülizm yansıtmaktan kaçınmayan da bir yapımcı, yönetmen.
Halkı, hiçbir toplumsal, sınıfsal, siyasal, ekonomik vb. ayrıma uğratmasa da bütüncül komedi anlayışıyla sahneyi doldurmaya çalışmanın karmaşasını yaşıyor bu nedenle Nedim Saban. Onun, bu kavrayışla kurduğu, sürdürmeye çalıştığı Tiyatrokare, yapmaya çalıştığı tiyatronun da bir biçimde somutlanışı, örneği haline geliyor aynı zamanda.
İşte Nedim Saban ve Tiyatrokare adları ne zaman yan yana gelse, aklımdan ilk geçenler bunlar oluyor diyebilirim. Nedim Saban’ın bu anlayışını kararlılıkla sürdürmesi, etliye sütlüye karışmıyor görüntüsü verirken yine de net duruş yansıtmaya, tutum takınmaya çabalaması, bunlarla örtüşür nitelikte görece dik duruş sergilemeyi benimsemesi karşısında etkilenmemek elde değil.
Herkesin katılıp ille benimseyeceği bir tiyatro yapmak olanaksız olabilir. Ancak bu yönde ortak zemine dayalı tiyatro ritüeli yaratmak, bunu sürdürmek de doğrusu ya, hiç kolay değil. Evet, köşeli olmaya, herhangi köşeden konuşmaya sırt dönen bir tiyatrocu O, ama bu, duruşsuz, tavırsız olduğu anlamına da gelmiyor onun. Elbet tiyatrocu olarak hiç kuşku yok ki O da bir “muhalif”!
Bütün bunları sıralarken son bir örnek olarak topluluğun geçen mevsim sergilemeye başladığı öteki oyunlarında olduğu gibi bu mevsim de sergilemeyi sürdürdüğü Süper İyi Günler adlı oyunu yukarıdan bu yana söylediklerimin göstergesi bağlamında alabiliriz.
Ötekileştirme Karşıtı Bir Farkındalık Anlayışı İnatçı Duruş…
Süper İyi Günler, özellikle “farkındalık” olgusu temelinde bir yansıtımla duyurulmaya çalışılıyor seyirciye. Kuşkusuz farkındalık da bir etkin eylemlilik hali, ne ki yine de kişinin kendi içinde yaşadığı dönüşümün ipucunu veriyor. Ötekinin berikinin farkındalığı da yine kendilerini bağlayıcı etkime biçimi oluyor. Oysa ötekileştirmeye karşı duruş bunlardan ayrılıyor eylem olarak. Ötekileştirmeye karşı durmak, başkalarıyla kol kola girmeyi gerektiriyor çünkü.
Süper İyi Günler’e bu nedenle farklı bir gözle bakmak gerekiyor. Peki, nedir oyunun tılsımı? Seyirciyi peşinden sürükleyen o iklim nereden geliyor?
Tiyatrokare’nin Tohum Otizm Vakfı İşbirliğiyle sahneye çıkardığı Süper İyi Günler’in farkındalık olgusuna dayandırılması doğru, itirazım yok. Ancak ötekileştirici tutuma, “Sen benden değilsin!” diyen yaklaşıma karşı alabildiğine yukarı çıkardığı apaçık karşı duruşla dikkati çektiği de ortada oyunun.
Mark Haddon’ın romanından Simon Stephens’ın uyarladığı, Nedim Saban’ın Türkçeleştirip Halim Ercan’la yönettiği, görsel yönetmen olarak Tufan Dağtekin’in katıldığı oyunda dekor ışık tasarımı Kerem Çetinel, kostüm tasarımı Makbule Ercan, koreografi Orçun Okurgan imzasını taşıyor. Dramaturjisi Ezgi Gülümser’e, yönetmen yardımcılığı Aysuda Dalğıç’a, afiş tasarımı İsmail Anıl Güzeliş’e, oyun fotoğrafları Emre Mollaoğlu’ya ait oyuna sahnede ruh üfleyenlerse şu oyuncular: Emir Özden, Ayça Erturan, Korel Cezayirli, Suna Keskin, Didem İnselel, İbrahim Can Sayan, Şebnem Şeviktürk, Onur Kırat, Uğur Can Arıkan, Sevcan Başaydın, Beste Koçak.
Ötekileştirme Karşıtı Bir Tutum: “Süper İyi Günler”…
Bir oyunun metni, sahnedeki yorumlanışı, sahne plastiğine dayalı somutlanışı farklı düzlemde ele alınıp değerlendirilebilir. Bu çerçevede sahne üstü, sahne arkası yaratıcıları tıpkı derya içre balık misali somutladıkları bu yapıyı farklı biçimde değerlendirmeye girişebilir.
Otistik bir çocuğun serüveni olarak sunulan kurmaca yapıt, bir çizgi bandı havasında işlenirken iki farklı yorum çıkıyor karşımıza. Oyunu izlerken bir yandan otistik karakterin algısıyla yüzleşiyoruz, öte yandan düz mantıkla ona bakan, anlamaya çalışsa bile kendi düz mantığını dayatıp onu ille kendine benzetmeye çalışıp ötekileştirenlerin algısıyla. Böylelikle izleyicinin kendi içinde bunu sorgulamasının da önü açılıyor oyunda.
Peki bu nasıl gerçekleşiyor?
Tiyatroda Farkındalıktan Farklılığa; “Süper İyi Günler”…
Umberto Eco’nun yorum-aşırı yorum zıtlığını asla göz ardı etmeden oyunun, farkındalığı aşan bir nitel düzlem yansıttığı kanısındayım kendi payıma. Nedir bu? Otistik değil yalnız kendimize benzemeyenlere karşı takındığımız dışlayıcı tavra karşı apaçık bir törpü getiriyor oyun, bu yorumuyla.
Biz seyirci olarak alkışlanası oyunculuğuyla güç bir işin altından kalkan yorumla Emir Özden’in yansıladığı otistik Christopher Boone’un serüvenini izlerken sahneyi Christopher’ın bakışıyla yapılandıran yorum eşliğinde onu, onun gibileri ötekileştirici bakış getirenleri de bir biçimde gözlüyoruz. Böylece oyun farkındalık olgusu temelinde yola çıkıyor ama ötekileştirmeye karşı apaçık bir tepki gösteriyor kaçınılmaz biçimde.
Bu algı, sahnenin matematikleştirilmesiyle ortaya çıkıyor bana göre. Tam bir geometrik düzen temelinde oluşturulan, bu doğrultuda yorumlanan oyun, sonuçta bu matematikten pay alıp bizi de seyirci bölümünde ötekileştirmiş gibi yaparak âdeta hesap soruyor.
İyi bir sahneleme, iyi bir yorum. Mutlaka izlenmeli Süper İyi Günler.