YARATICI DRAMANIN AYDINLIĞINDA ÇAĞDAŞ BİREY…
M.Sadık Aslankara
31 Mart–3 Nisan 2011 tarihlerinde Antalya’da gerçekleştirilen 18.Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Seminerindeki çalışmaların içeriği, kimi ayrıntıları üzerinde geçen ay durmuş, söz konusu uluslararası seminerin ortaya koyduğu birikimin sanat ortamlarımızda oynayabileceği olası role, yol açabileceği etkiye, işleve dönük öngörüler üzerinde Eylül sayısında duracağımı belirtmiştim. Ayrıca ülkemiz açısından bunun taşıdığı, taşıyabileceği anlama, öneme yoğunlaşacağımı belirtmiştim…
Gelin ilk not olarak yaratıcı dramanın safkan militanı John Sommers’ın uyarısıyla girelim yazıya… Ne diyor Sommers? Dünyanın, giderek dramadan uzaklaştığını (belki de uzaklaştırıldığını), sürekli kanlı bir siyasayla boğuştuğunu, bunun için uyanık durmak gerektiğini… Bu olgunun altını kaygıyla, ama önemle çizerek vurguluyor Sommers… Hatta, öyle ki, bu gidişe karşı konulmazsa dramanın sonu da gelebilir, o zaman bunun üzerine bir bardak soğuk içilir demeye getiriyor.
İşin bir ucunda Sommers’ın bu öngörüsü seminere damga vururken öte ucunda imzalanan “Etik Bildirge” de aynı öneme sahip. İlki yaratıcı dramaya karşı dışarıdan yönelebilecek tehlikeleri duyuruyor belki bize, ama ilginç bir çelişkiymiş gibi görünebilecek bir başka uçta “bir ortak metin” imzalanırken bu da belki bize yaratıcı drama alanında uyulması gereken kuralları ele veren açıklamanın, bir iç tehditten kaynaklanabileceğini sezdiriyor…
Bir olasılık, yaratıcı drama alanında belki kimileri, uymaları gereken kurallar konusunda gereken özeni göstermiyor, belki yapması gerekenlerle, yapmaması gerekenler arasında tutarsız bir davranış sergiliyor… Böyle olmasa, bir ant metni imzalamaya neden gereksinim duyulsun?
Dünyanın kimi bölgelerinde, hele son yıllarda uluorta savaş çığlıklarının atıldığı, çokkültürlülüğün neredeyse lanetlendiği, kültürlerarası kazanımların tu kaka edildiği, bu yöndeki varsıllığa sırt dönüldüğü bir çağda, uluslararası seminerin bu iki olguyu, hem de altını çizerek öne çıkarmasını, doğrusu ya böyle bir zamandurum bağlamında (konjonktürde) olağanüstü isabetli bulduğumu söylemeliyim…
Demek yaratıcı dramaya koşut çağdaş birey de istenmiyor; aranan körü körüne baş eğen, her durumda uyarlık gösteren insan. Tabuları sarsan, dogmalara dil uzatıp sorular üreten, analitik çözümlere girişen, kendi usunu, Kant’a uygun söylemle kendisi olarak devreye sokan insana gerek yok artık, bundan çıkan sonuç bu.
Uluslararası on sekizinci seminer, çokkültürlülük ile kültürlerarasılık bağlamında farklılıklar farkındalıklar odağında yoğunlaşırken bunun da farkına varmamızı sağlamış oldu böylece.
Kuşku yok ki yaşanan olgular, gerçeklikler, yaratıcı drama alanı dışına çıkarak tüm sanat alanlarındaki üretimcilerin de tetikte durmasını zorunlu kılıyor bu bağlamda.
Peki, öteki sanat alanlarının temsilcilerinin, böyle bir seminerden haberi oldu mu acaba? Ya da bütün bunlar bizim için, sanatın kendisi için nasıl bir anlam taşıyor…
Gelin, bunun üzerinde duralım biraz…
Yaşamın Kökenine Yerleşmiş “Oyun”…
Yalnız insanlar, hayvanlar âleminde değil, bitkiler evreninde de “oyun”un özel bir yere sahip olduğu düşünülebilir. Bu çerçevede Huizinga’nın “homo ludens” kavramını, bilinç temelinde insanla sınırlamak olanaklı elbette, ama yine bunu tüm canlılara yaymanın olasılığından söz edilebilirmiş gibi geliyor bana.
Neden peki? Çünkü insan denen yaratık, hem de yeryüzünün her yerine dağılmış farklı düzeylerdeki varlıklar olarak “oyun”u bilinçle kurmayı yaşamsal kılabilmiş bir canlı. Nitekim ulaştığı drama, dramatik sanat, tiyatro vb. düzeyler insanoğlunun bu doğrultuda aldığı yolu vurgulamaya yetiyor. Oysa hayvan için oyun, içgüdüsel yöneliş. Bu çerçevede oyun için zorunlu sayılabilecek “kabullenme” ile “uylaşım” hayvanlarda da gözleniyor.
Ya bitkiler? Evet, onlar da yaşamlarını oyunla sürdürüyor denebilir. Hem de doğanın eşliğinde sürdürüyorlar oyunu. Örneğin bitkiler için söz konusu edilebilecek “aldanma”, “kanma”, “şaşırtma” vb. sözcükler hep oyun temelinden gelip onunla ilişkilendirilebilecek deyişler. Örneğin ağaçlar aldanır, kanar, kimi fidanlar şaşırtılarak dikilir. Ne demektir “aldanma”, “kanma”, “şaşırtma”? Bunun, başka dillerde örneklerine ulaşmak da olası. Bitkilerin birbirleriyle yarışarak çiçek açtığı, arılarla flört ettikleri biliniyor. Tohumlarını uzaklara fırlatabilmek için çeşitli danslara başvurduğu unutulmamalı. Öte yandan oyun, Darwin’in kuramıyla da ilişkilendirilebilir gönül rahatlığıyla, neden olmasın?
Kaldı ki oyun, canlıların olduğu denli cansız evrenin, dağların taşların, bulutlarla suların, göze ilişebilecek ne varsa tümünün de temel yönlendiricisi belki. Büyük patlamadan tutun da lavların püskürüşüne, yangınların dansına, fırtınaların, dalgaların çizdiği yumuşak-sert eğrilere, mağaralarla obrukların ortaya çıkışına, sarkıt dikit oluşumuna, daha nelere nelere her yakaya uzanmış görünmüyor mu cansızlar dünyasında da oyun?
İşte “drama”, bütün bunların ardından insanoğlunun en önemli bulgularından biri, hatta başlıcası olarak düşünülmeli. Şaman kültüründen, söylenbilimden bu yana böyle bu. Nitekim günümüzde yaratıcı drama aracılığıyla oyunun, oyunsu süreçlerin kuram boyutunu da aşarak âdeta yasaya doğru yükseldiği söylenebilir herhalde. Sözgelimi psikodrama, kendi içimizde olup bitenleri de yine oyunsu süreçlerle bulgulamamızın önünü açmadı mı? Hiç kuşku yok ki bu da çağın önemli adımlarından biri…
Aynı şekilde sayılardan müziğe, müzecilikten coğrafyaya, şiirle öyküden matematiğe, felsefeye ulaşmadığı alan kaldı mı oyunun, bunun teknik bağlamda gelişmiş hali olarak dramanın? Bütün bunlar bize akılcı düşünme biçiminin temel yolunun da aslında dramadan geçtiğini çok açık biçimde göstermiyor mu?
O halde düşünmeyi, düşünce üretmeyi çocuklara, gençlere, yetişkinlere yine drama aracılığıyla öğreteceğiz demektir… Bunun birer aracısı sayılabilecek sanatın ise gerek bütün halinde gerekse farklı alanlara, türlere dağılmış tekil verim örnekleri olarak temelde yine dramadan, dramanın kökeninde yer alan oyunlarla oyunsu süreçlerden yararlanacağı çok açık…
Böylelikle geliyoruz sanat alanlarına, türlerine, buralarda sanatsal üretim etkinliğine katılan alanın verimleyicisi insanlara, onların çalışmalarına, verimleme süreçlerinde uyguladıkları yönteme, tekniklere…
Bütün Sanatları Dramayla İlişkilendirmek…
Uluslararası on sekizinci seminer, yaratıcı dramanın öteki sanatların, ama özellikle yazarlığın, oyunculuğun, müzisyenliğin, ressamlığın ilintilendirilebileceği atölye çalışmalarıyla, deyiş yerindeyse yine silkeleyici yaklaşımlar sergiledi bana göre…
Sözgelimi Gerd Koch’un “Yaratıcı Yazma Atölyesi”, John Sommers’ın Pamela Bowel’ın, Ömer Adıgüzel’in işlik çalışmaları şairler, yazarlar için paha biçilmez değerde kaynaklardı… Ama kendi payıma, yolun başındaki bir iki yazar adayı dışında pek kimseye rastlamadım diyebilirim bu çalışma birimlerinde.
Anna-Lena Ostern’in, Michael Zimmerman’ın, Sigrid Seberich’in atölye çalışmalarını keşke ressamlarla müzisyenler, dansçılarla maskçılar izleyebilseydi. Kimbilir ne yararlar elde ederlerdi bundan.
Ya Mario Gallo’nun commedia dell’Arte tabanlı çalışmasını kaç tiyatrocu izledi peki? Gerçi Antalya’dan, İzmir’den azımsanmayacak sayıda tiyatrocunun katıldığını gözledim diyebilirim. Ne ki bir ölçüde zanaat geliştirmeye dönük tutum da izlemedim değil katılımcılarda. Oysa Gallo’nun atölyesine farklı kentlerden, üniversitelerle topluluklardan oyuncularla oyuncu adaylarının katılmasını beklerdim…
Nedense başta tiyatrocular olmak üzere öteki sanat alanlarının verimleyicileri Çağdaş Drama Derneği’nin gerçekleştirdiği yüksek nitelikteki bu düzeyli çalışmalara karşı aralarında bir uzaklık bulundurmaya çabalıyor sanki bir çalım. Bu çalışmalara katılmaları durumunda, dıştan amatör gibi algılanabileceklerinden mi kaygılanıyorlar bilmiyorum. Oysa kim katılırsa katılsın, bu çalışmalardan vazgeçilemez kazanımlar elde edeceğini gözden ırak tutmamalı derim hiçbir zaman.
Bu konuları Tamer Levent’le, Pamela Bowel’ın atölyesinde apansız karşıma çıkıveren Devlet Tiyatroları oyuncusu eski dost Sedat Keçeci ile üstünkörü de olsa ayaküzeri konuştuk bir ara.
Önümüzden akıp giden suya bakmakla yetinen insanlar olduğumuzdan mıdır nedir, Çağdaş Drama Derneği’nin bin bir emekle kotardığı bu uluslararası yaratıcı drama çalışmalarına da öylece bakıyoruz nedense… Bizde sanat ürettiği savı taşıyanların bu büyük enerjiden yararlanamadan, söz konusu birikimin yok olup gidişine yanmamak elde değil bundan ötürü.
Ancak atölye çalışmalarından sanatsal bağlamda doğrudan katkı elde edebilmek için, atölye çalışmalarının sonundaki oturumlarla tartışma bölümlerinin yazar, oyuncu, müzisyen vb. sanatçılarla sanatçı adaylarına yönelik ayrı bir gündem bağlamında gerçekleştirilmesi zorunlu. Çünkü sanat ortamlarının verimleyicileri, bu çalışmaları, kendi dünyalarında yaşayacakları içselleştirme, değerlendirmelerle farklı biçimde ele almak isteyecektir, bu da çok doğal…
Öte yandan çalışmalar, sanat bilimcileriyle eğitimcilerinin, sanat felsefecilerinin vb. yönlendirmesiyle gerçekleştirilebilir belki, daha sağlıklı bir verim olanağına ulaşabilmek için…
Drama: Çağdaş Bireye Giden Yolda Döşeme Taşı…
Dramanın “yaratıcı” nitelik taşıması için, hiçbir tabuya göz kırpmadan, dogmalara yüz vermeden, sınırlamalara, kayıtlara baş eğmeden, hatta bu doğrultuda mesleğe özgü etik kurallar dışında hiçbir kurala aldırmadan, katılımcılarında bir dizi soru üretilebilmesine bağlı.
Böylesi sorulara yer açılmaksızın, salt yaptırımların pekiştirilmesi amacıyla askerlik, din vb. alanlarda başvurulan oyunsu süreçleri bununla ilişkilendirebilmek bu nedenle olanaklı değil. Ama şu da unutulmamalı; bu alanlarda kullanılan yöntemin bir “karşı eğitim” amaçlı drama tekniği oluşturduğu da göz ardı edilmemeli hiçbir zaman…
İki binlerle birlikte kişisel gelişime dönük olağanüstü bir talep patlaması yaşandığı, buna dönük yöntemlerle tekniklerin, ilgili uygulama adımlarının, yazarlık, oyunculuk, resim, müzik vb. alanlarda düzenlenen kursların, seminerlerin, atölyelerin, yapılan yayınların vb. ayyuka çıktığı bir dönemde Çağdaş Drama Derneği’nin gerçekleştirdiği, üstelik tüm dünyayla birlikte eşgüdüm içinde sürdürdüğü bu nitelikteki yaratıcı drama çalışmaları üzerinde gereğince durulmayışı da ayrı bir sorun…
Oysa bu çalışmalar aracılığıyla üretilen değerlerin, bir kan dolaşımı havasında bütün alana yayılmasını, bu nefesin değdiği her ortamda buna uyan bir yenilenmenin yaşanması zorunlu. Bu iş, elbette ilkin alanın bilimcileriyle alanda verimlerini sürdüren sanatçılara, tiyatro pedagoglarıyla drama eğitmenlerine, kılavuzlarına (liderlerine) düşüyor.
Bu andıklarım, yapılan çalışmaları, kendi sınırları içinde tutmanın ötesine geçerek, bütün bunları sınırlar dışına çıkararak sanat alanları için de üretilebilecek vargılar, paylaşılabilecek deneyimler, buradan hareketle yenilenebilecek bilgiler, yöntemler, teknikler üzerinde durup birer bilimsel iletken olarak kendine bunu konu edinmek zorunda. Kaldı ki hep yapılageldiği gibi seminerin sonundaki değerlendirme toplantısı, zaman olarak kısa bir süreye yayılsa da geleceğe dönük imler barındırıyordu içinde. Çıkarılacak dersler de elbet…
Sonrasında görev, tüm sanat alanlarının kuramcılarına, bilimcileriyle eğitimcilerine, eleştirmenleriyle incelemecilerine, tek tek uygulamacılara düşecek kuşkusuz.
İnsanoğlunun, bütün zamanlar içinde bulguladığı en önemli adımlardan biri olarak dramanın bu bağlamda, insanoğlunun yaşamına yayılabilmesinin yolu da işte buradan geçiyor yanılmıyorsam. Yaratıcı drama yöntemiyle tekniğinin tüm sanat ortamları aracılığıyla yayılması, sorular üreten bir insan modeli yaratılması, belki de savaşlara, emperyalizmin tek kültürlülüğüne, içselleştirilmiş bir faşizme, tüm insani değerleri tapınım kültürüne indirgemiş kavrayışa karşı tek sığınağı insanın.
Öyleyse kim olursak olalım, dramaya biraz daha yer açalım yaşantımızda; eğer savaş, zulüm, işkence, kötücüllük istemiyorsak…
Umarım Çağdaş Drama Derneği bundan sonraki uluslararası seminer etkinliklerinde bu bakışı da dikkate alarak adımlar atar, yaptıklarıyla tüm sanat alanlarımıza yayılan taze kan dolaşımı için de öncülük üstlenir…
“Yaratıcı Drama Eğitmenleri/Liderleri ve Tiyatro Pedagoglarının Davranış ve Tutumuna İlişkin Etik Bildirge (Sözleşme)”
Tasarımlayıcı, kaleme alıcı bağlamında Ömer Adıgüzel, Romi Domkowsky, Ute Handwerg, Klaus Hoffmann, Gerd Koch, Sinah Marx, İnci San imzalarını taşıyan, 30 Mart 2011’de Gerd Koch ile Ömer Adıgüzel arasında imzalanarak kamuoyuna açıklanan İngilizce, Almanca, Türkçe uyumlu bildirgenin amacı şöyle özetleniyor:
“Bildirge, eğitsel, sanatsal, ahlaki, vicdani ve entelektüel meslek etiğini konu alır. Yaratıcı drama eğitimi ve tiyatro pedagojisi alanlarının içerik, süreç ve eğitimlerinde ilk, orta ve yüksek öğretim öğrencileri ile tüm öğrenenlerin yararına çalışma sorumluluğu ilkesine dayanır. Bildirge; kamuoyuna, alandaki meslektaşlara, öğrencilere, öğrenenlere ve diğer insanlara karşı örnek davranış sergilenmesini ve bu doğrultuda hareket edilmesini talep eder.”
Etik Bildirge, “Tanımlar”, “Meslek Etiği” ile “Mesleki Davranış” başlığı altında üç farklı bölümde toplam yirmi dört maddeden oluşuyor. “Mesleki Davranış”ın onuncu maddeye yerleştirilen “Genel Davranış Kuralları” başlığı altında da şunlar söyleniyor:
“Bildirge, norm ve değerlere yönelik davranış kurallarını belirler. Yaratıcı Drama Eğitmenliği/Liderliği ve Tiyatro Pedagogluğu mesleğini yürütenler ilişki sınırlarını bilerek özel ve genel davranış kurallarına göre çalışmalarda bulunmakla yükümlüdürler. Bu bildirgeye göre hareket ederler ve diğerlerine bildirge doğrultusunda hareket edip etmediklerini fark ettirirler.”
Yaratıcı Dramanın Antalya Çıkarması
Çağdaş Drama Derneği’nin Antalya Temsilcisi, Akdeniz Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Görevlisi Tülin Tümtürk Yılmaz’ın yönlendirici öncülüğünde gerçekleşen 18.Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Semineri, atölye çalışmalarının çok ötesinde bir niteliksel yayılıma kucak açtı.
Bu çerçevede İnci San’ın “Öteki Kültürlerle Tanışmak” başlıklı açılış konuşması, Esma Durugönül’ün “Çokkültürlülük” başlıklı konferansı, yine “Çokkültürlülük” üzerine Coşkun San’ın yönetiminde Gerd Koch’un, Esma Durugönül’ün, Selen Korad Birkiye’nin katılımıyla gerçekleştirilen panel, yol açtığı tartışmalar nedeniyle özellikle anılabilir. (Bunlar üzerinde Cumhuriyet Kitap’ta “Kitaplar Adası”nda [14.4.2011] gereğince durduğumdan burada konuya ayrıca yer açmayı gereksiz görüyorum.)
Bütün bunların yanında etkinliklerin yer aldığı salonlardaki düzenlemelerle, buralardaki sergilerle, AKM’de gerçekleştirilen konserle, tanıtım filmiyle, doğaçlamayla birlikte çok başarılı geçen seminerin ev sahibi olarak Tülin Tümtürk Yılmaz’ın tam not aldığı söylenebilir.