Yaratıcı Dramada Alınan Bir Kuşaklık Yol…

YARATICI DRAMADA ALINAN BİR KUŞAKLIK YOL…

M.Sadık Aslankara

Çağdaş Drama Derneğinin düzenlilik içinde iki yılda bir sürdürdüğü Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Semineri 28 Mart-1 Nisan 2007 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirildi.

On yılı aşkın bir süre önce kurulan Çağdaş Drama Derneğinin, sanat eğitimbilimcisi İnci San öncülüğünde yola koyulan bir avuç kurucu üyesi tarafından, henüz ortada dernek de yokken başlatılan seminer etkinliklerinin tarihi 1985’e dek geri gidiyor. O sıralar AÜ.Eğitim Bilimleri Fakültesi çevresinde yine San’ın yol açtığı mayalanmayla başlayan Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Seminerleri on birincisine ulaştı. Tam yirmi iki yıldır sürdürülen etkinliklerin dünyada bir benzeri de yok üstelik…

Ancak ne basın yayın organlarında ne tiyatro kamuoyuyla tiyatroya yönelik süreli yayınlarda söz edildi bundan! Sizin gözünüze iliştiyse, kulağınıza çalındıysa o başka.

Oysa yaratıcı dramaya gönül vererek yola koyulan bir avuç insan, avuçla sayılmanın ötesine geçti çoktandır. Gerçekten de gözlerini dünyaya yaratıcı dramayla açanların her biri, bugün birer drama kılavuzu artık… Öylesine büyük, kocaman bir çığ yani…

Sözünü ettiğim seminerlerin sonuncusunda da ev sahipliğini Ankara yaptı, hem de üç farklı salonda; Eğitim Bilimleri Fakültesiyle Uğur Mumcu Caddesindeki etkinlik salonlarında, bir de Ankara Üniversitesi Konservatuvar salonunda. Çağdaş Drama Derneği, bu arada beni de konuk etti etkinlikler süresince Ankara’da, eski bir dramacı olarak.

Karl Meyer, genel anlamda doğaçlama odaklı, Ines Hansel okulöncesi çocuklarına yönelik çalışan yaratıcı drama kılavuzlarıyla masal, öykü odaklı atölye çalışmaları yürütürken ötekiler, bir açıdan yüksek kur olarak niteleyebileceğimiz derinlikli drama çalışmalarıyla yüz yüze getirdiler katılımcıları.

Nitekim John Somers, atölyesinde “bağımlılık” sorunsalı çerçevesinde çalışma yürütürken H.Ömer Adıgüzel’le Ali Öztürk, “kültürlerarası iletişim” bağlamında “doğum-düğün-ölüm” izleğine yöneldi. AB tarafından da desteklenen projede yedi Avrupa ülkesiyle Türkiye’den toplam yirmi genç yer alıyordu katılımcı genç olarak. David Davis ise çalışmalarında Stanislawski ile Brecht’in tiyatro kuramlarının da yansıması eşliğinde Edward Bond’un tiyatro yaklaşımının eğitimde yaratıcı dramaya etkisi, özelde aile içi şiddet sorunsalı üzerinde yoğunlaştı.

Atölyeler, sayıları önceden belirlenmiş, kayıtları yapılmış katılımcılarla kuşatılmıştı… Her atölye, imece duygusunun etkisinde, katılımcılık ruhunun esintisiyle doluydu diyebilirim. Üstelik katılımcılar yüksek düzeyde verimlilik, yaratıcılık ekleyebiliyordu çalışmalara…

Bu yazıda Karl Meyer’le Ines Hansel’in atölye çalışmalarından kimi notlarımı paylaşmak istiyorum sizlerle. Tiyatro kamuoyunun bu çalışmalardan haberi olsun, dağarına, bu bağlamdaki notlar da eklensin diye…

Karl Meyer’in atölyesi, dramacıların doğaçlama çalışmalarına yönelik yaratıcılıkları bağlamında katkı aldıkları, ufuklarını geliştirici bir çalışmayı içeriyor. Yaratıcı dramada yüksek kurlara katılanların bile yararlanabileceği bir atölye çalışması bu…

Önce bedensel açılım, ardından ses açımı… Herkes halka halinde. Tartım eşliğinde her üye genel tartımla uyumlu bir hareket eşliğinde hem adını hem de bununla uyumlu, ötekilerden farklı bir tatlı adı söylüyor. Ne denli yalnız da olsa bir düş içinde yaşayabiliyor insan.

Katılımcılar hayali bir Türkiye haritası oluşturuyor salonda. Herkes haritada yerini belirliyor, kentinin, mahallesinin, sokağının adını söylüyor. Zaten çok çeşitli illerden katıldıkları için gerçek bir Türkiye haritası çıkıyor ortaya. Doğaçlamada kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi bilmemiz, yanısıra tanışık olmamız önem taşıyor çünkü.

Dramacılar, hayali harita üzerinde karmakarışık yürüyor, ama birbirine çarpmadan. Giderek hızlanıyor, karmaşıklaşıyor yürüyüş.

Karl Meyer, ellerini vurduğunda grup yürümeyi bırakıyor, aynı göz rengine sahip olanlar ivedilikle bir araya geliyor. Ama konuşma yok! Kimse birbiriyle konuşmuyor. Komut üzerine yine karmakarışık bir yürüyüş başlıyor; hızlandırılmış ya da ağırlaştırılmış pazar yeri yürüyüşü de denebilir buna. Meyer’in ellerini çırpışıyla bu kez ayakları aynı büyüklükte olanlar, bir sonrasında aynı burçtan olanlar bir araya geliyor. Kesinlikle konuşulmuyor ama.

Pazar yeri dolaşmaları hızlı, yavaş sürüyor. Karl Meyer el çırptıkça bu kez herkes içeceğine (çay, kahve, meyve suyu vb.) göre gruplar oluşturuyor. Bir yürüyüş daha, arkasından akşam buluşmalarında yeğledikleri içkilere (bira, şarap, votka, rakı vb.) göre bir araya geliyor grup üyeleri. Bütün bunlar olup biterken kesinlikle konuşmak yok!

Yeniden pazar yeri koşuşturması. Yeniden el çırpma; katılımcılar yine hiç konuşmadan bu kez en gencinden yaşlısına sıralanıyorlar arka arkaya… Şaşılacak şey; grubun yarısından çoğunu 1980 ve 80 sonrası doğumlular oluşturuyor. Bu veri, katılımcıların hem 12 Eylül sonrasındaki biçimlenişine değgin ipucu veriyor hem de Çağdaş Drama Derneğinin nasıl ağır bir süreci aşarak bugünlere geldiğini gösteriyor…

Derken tek sıra halindeki grup gözler kapalı halde, hiç konuşmadan aralarındaki yarım ay düzenini bozmaksızın boy sırasına giriyor. Bu dokunma güven duygusunun da göstergesi elbette.

Artık nereden geldiğimizi, birbirimizin boyunu posunu, ayak numarasını, göz rengini, içme eğilimini, hangi içkiyi yeğlediğini biliyoruz. Öyle ya birbirimizi tanıyoruz, birbirimize dokunduk. Bütün bunlar Karl Meyer’in derin dramaya geçiş öncesinde yalnızca tanışma, kaynaşma amaçlı doğaçlaması. Bu kaynaşmanın, örtüşmenin ardından daha derin, yoğunluklu yaratıcı drama çalışmasına geçilebilir artık.

Meyer’in değerlendirmesine göre, atölye katılımcıları Almanya’daki gruplara oranla çok daha uyumlu, daha az kazalı hareket ediyor. Bu gerçek, yaratıcı drama deneyimi açısından batı-doğu insanı arasındaki farkı koyuyor olabilir ortaya. Belki de bu insanların güven duyguları arasındaki farktan kaynaklanıyor sonuç.

Ben, Karl Meyer’in “Dün, Bugün, Yarın” kapsamında doğaçlama odaklı atölye çalışmasından bu kadarcık bir bölüm aktarmakla yetiniyorum bu yazıda. Meyer’in çalışmasından bir kesit de diyebiliriz buna. O, çalışmasını üç güne yayarak sürdürdü çünkü…

Kuşkusuz eğlenceli bir çalışmaya dayanıyor Karl Meyer’in atölyesi. Ama yine de Ines Hansel’in çalışması, özünden yansıyan cıvıltıyla dikkati çekiyor sanki… Çocuklarla, onların içten sıcaklığı yayılıyor atölyeye, ondan.

Katılımcılar, atölyedeki çalışmaları okulöncesi eğitimine taşıyacak, çocuklarla içli dışlı yaratıcı drama kılavuzları.

Ines Hansel, dramacılara bir masal anlatıyor: “Demir Çarık”. Sonrasında birleştirilerek uzatılmış metrelerce kâğıt seriliyor yere. İki sıra halinde. Okulöncesi eğitiminde yaratıcı drama rehberliği yapan otuz kadar yaratıcı dramacı kapanıyor kâğıtların üzerine. Başlıyor masaldan imgeler düşürmeye. İsteyen, istediği yerine kâğıdın, masaldan usunda kalanı, neyse bu, olduğu gibi döküyor, çiziyor, boyuyor… İstediği boyutta, renkte nasıl bir figür, desen isterse artık. Herkes, kâğıdın boş bulduğu yerine bireysel olarak resmini yapıyor.

Düşler birleştiriliyor kâğıtlarda, renk renk, çizgi çizgi… Çocukların düşlerine doğru uçuluyor belki de… İşte böyle nakışlıyor dramacılar kâğıtları, masaldan artakalan tatlarla…

Yapılan çizimler masalın bölümlerine göre birleştiriliyor aralarında. Kırmızı kalemle sıra numarası veriliyor akış yönünde. Dramacılar, bütün resimlerin başında tek tek durup resmin, masalın hangi bölümüne ait olduğunu tartışıyor. Herkes kendi resmini masal içinde numaralandırınca başka bir düzeye sıçrıyor iş.

Resimler bir sıra da yetmediğinden iki sıra halinde duvara tutturuluyor, hep birlikte izlenerek değerlendiriliyor. Kimler kimler var katılımcılar arasında, üstelik ülkenin ta nerelerinden koşup gelmişler.

İnes’e göre, çocuklarla çalışırken, resimlere numara vermek yerine, birbirinin devamı olanlar arasında kırmızı kalemle gezinilebilir. Burada önemli olan çocukların özgürlüğü. Onların, masalı içselleştirmesi. Öyküyü bütünlerken resimlenmeyen bölümlerini de tamamlayabilmesi. Çocuklar bunu çok seviyor, böylece öyküyü bir kez daha yaşıyor aynı zamanda.

Çocuklara kayıt konulmuyor bu nedenle. Sınır da çizilmiyor kesinlikle. Amaç onların yaratıcılıkları değil mi zaten? Hangisi, hangi bölümünü isterse yapabilir masalın. Çocukların özgürlüğü, yaratıcılığı çok etkileyici, heyecan verici. Resimler tek tek yapılabilir elbette, ne ki birlikte resim yapmaları çok daha yararlı çocukların.

Yalnız yaş gruplarına göre seçim yapılması gerekiyor. Okulöncesi çocukları için masal, okul döneminde öykü, sonrasında bunun daha gelişmiş biçimi düşünülebilir.

Çocuklarla yapılan bu çalışma çok yaratıcı, çekici elbette. Ne ki onlara yönelik çalışma yapan dramacılarla birlikte bu bir ölçüde tutuk kalabiliyor.

Tam bu sırada işte katılımcılardan Fatma Balcı atılıyor, bunun benzerini evde uyguladıklarını söyleyiveriyor; 14 yaşındaki kızı Beste yazdığı masalı anlatıyor, dokuz yaşındaki Doruk da resimliyor bunu.

Ama yaratıcılıktaki o heyecanlı yolculuğa birlikte çıkmak  çok daha önemli değil mi?…

 

Evet, hiç azımsamamak gerekiyor; İnci San ve arkadaşları, ardılları 1985’ten bu yana bir delikanlının ömrünce yol almışlar yaratıcı drama alanında… Bir kuşaklık yol, dile kolay…

John Somers’ın, H.Ömer Adıgüzel’le Ali Öztürk’ün, David Davis’in atölye çalışmalarına ise Tiyatro Tiyatro’nun önümüzdeki sayılarında değineceğim…