YARATICI YAZARLIK: M.S.Aslankara; Yaratıcı Yazarın Eril, Dişil Hali…

Yaratıcı Yazarın Eril, Dişil Hali…
M.Sadık Aslankara
(27.7.2017 YAZISIDIR.)

Necati Tosuner, 2005’te kaleme aldığı “‘Yaratıcı’ Yazarlık Okulu” başlıklı denemesinde şöyle diyor:

“…Kum Dergisi, Ankara’da bir “Yaratıcı Yazarlık Atölyesi” kurmuş.” “Ama niçinse, yine bir ‘kadınlar ordusu’ geliyor. / Yeni yazarları kutlarım, birbirleriyle ve en çok da kendileriyle yarışmalarını dilerim. // Böyle girişimlerin çoğalması bana sevinç veriyor. Ama, bu ‘kurs’ görme işinden bir kaygı duyduğumu da söylemeliyim. / Çünkü yakında ‘atölye’ çıkışlı 200 yazarımız olacak. // Bir de fiyakasına sıkça kapılınan şu ‘yaratıcı’ deyişi var…” “Türk Edebiyatı’nın tümü bir okuldur, – ‘cebir’ dersinde Bilge Karasu okutulur. / ‘Türkçe’den kalan, sınıfta kalır.” (Elde Kitap, Neden Kitap, 2005, ss. 236, 237)

Çeyrek yüzyıldan fazla oluyor. Kadınların öykücülüğümüzde ürettiği enerjinin bu alanın yanı sıra öteki türleri de derinden etkilediğine değgin pek çok yazı kaleme alıp kimi veriler üzerinde durmuş, öne çıkan kadın öykücülerimizin verimlerini paylaşmış, bunların taşıdığı değerlere yer açmıştım. Bu yöndeki çabamı o günden bu yana sürdürdüm hep, sürdürüyorum da. Bana göre kadınlarımız genetik bir yatkınlık gösteriyor anlatı sanatında, özellikle de öykü türünde.

Kaldı ki öykü, türce de dişil bir yan taşıyor. Özellikle anlatımcı yanı göz önüne alındığında kadınların ya da dişil tutumlu erkeklerin öykülemede sıra içi erkeklere göre çok daha önde olduğu öylesine açık ki…

İlginçtir, genç kadın yazarlarımızdan Can Gürses’in düşünceleri doğrudan bu örtüşmeye değiniyor: “Bana kalırsa iyi edebiyat -onu var eden bir kadın yazar da olsa erkek yazar da olsa- dişi tınlar.” (Cumhuriyet, 24.8.2015)

Geçenlerde kitaplığımda gezinirken Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun, bir yazısı dikkatimi çekti, şöyle seslendiğini gördüm Hoca’nın:

“Şu noktayı belirtmeyi bir vicdan borcu bilirim ki, Türk kadınının kafa yapısı ve ince ruhu, uygarlık koşullarına, Türk erkeğine oranla, daha yatkındır.” (Toplumsal Yaşam ve Hukuk, Hil Yayın, 1983, s.175)

Evet, dedim, bu görüşe katılmamak mümkün mü? Baştan beri bu düşüncenin ardılı değil miyim zaten ben de?

Kadınların yaratıcılığını kışkırtan yanlar arasında toplumsal cinsiyetçi tutumla ötekileştirilmelerine karşın kendilerini işe dönük üretken kılarak sağladıkları olağanüstü oylumda ciddi iletişim alanı başı çekiyor… Kendimiz için söylemiş olayım; kadınlarımız erkeklere oranla daha toplumsal, daha dinamik. Erkekler, hele bir yaştan sonra, âdeta dumura uğramışçasına boş bakar hale geliyor neredeyse. Kaldı ki dünyada kadınların, erkeklere oranla daha uzun yaşayışının altında yatan önemli bir neden de ötekilerine göre genelde daha etkin, iletişime daha açık olmaları… İşte sanat, hele anlatı sanatları, en başta öyküleme bu çerçevede kadınların doğrudan kendilerini bulduğu ya da kendileri olabilmeyi başardığı bir tür.

Elişinden kilim dokumaya, hamur işinden konserveye, kendilerine özgü oluşturdukları imece kavrayışından dişil iletişim diline dek pek çok öğe, bu bağlamda kadınlara katkı olarak dönüyor denebilir. Kadınlarımız, bu işleri yaparken çünkü enikonu bir olgusal kurmaca ya da kurmacasal ama olgusal örtüşme yaşıyor veya buna kendince yaşantı ekliyor.

“Kadın kolu”nun öyküleri burada mayalanıp kabarıyor işte. Bu yüzden “yaratıcı yazarlık atölyeleri”ne katılanların çok büyük bölümü kadın. Necati Tosuner, “kadınlar ordusu” diyor ya, haklı, bir olgunun altını çiziyor. Ne ki kimileyin, yine Necati’nin deyişiyle kadınların “birbirleriyle yarış”larının, kendileriyle yarışmaya oranla belirgin biçimde öne çıktığı gibisinden bir kuşkuya da kapılmıyor değilim.

Nedim Gürsel, “kadın yazar” sözü karşısında farklı yaklaşım arayışında görünse de şu saptamasını paylaşmaktan geri durmuyor:

“Türkiye’de kadın edebiyatı, fazla eski olmayan bir anlatı geleneğinden beslenmesine rağmen, yeniliğe açık ve çağdaştır. Tanzimat’la başlayan girişimler, bu alanda en yetkin ürünlerini Cumhuriyet döneminden itibaren vermeye başlamıştır çünkü.” (Bozkırdaki Yabancı, Doğan, genişletilmiş ikinci baskı, 2006, s.141[Denemenin çevirmeni; İlham Alemdar] )

Yakınlarda yitirdiğimiz, dünyaca ünlü İranlı kadın matematikçi Meryem Mizrakhani, Field Madalyası’nı aldığı törende konuşurken, kadınları da bu başarıya ortak etmeye çabalıyor:

“Bu ödül benim için onurdur, eğer benden sonraki bilim kadınlarını ve matematikçileri yüreklendirecekse, ne mutlu bana. İnanıyorum ki, gelecek yıllarda çok sayıda kadın bu tür ödülleri kazanacak…” (Herkese Bilim Teknoloji, sayı 69, 21 Temmuz 2017)

Ama madem yazından söz ediyoruz, Necati’nin sözüne dönelim biz yine.  Ne diyor öykümüzün ustası:

“Türkçe’den kalan, sınıfta kalır.”

Doğru söze ne denir?

Türkçeden sınıfta kalanı, kadınların kurtarması da olanaksız çünkü…