SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Ne Kitaplı Ne Edebiyatsız…

Ne Kitaplı Ne Edebiyatsız
M.Sadık Aslankara
(11.01.2018 YAZISIDIR.)

Beş ay önce, 10.8.2017’de yayımlanan “Kitaplı Yazarlık, Kitapsız Yazarlık…” başlıklı “Sayfa Yazısı”nda konuya girmiştim. Yalnız bu da değil, daha başka yazılarımda da sırası geldiğinde hep yer açtım buna.

Kitap yayımlamak elbette çok önemli. Ama yayımladığınız kitap, size değer katarken, siz de bunu kendi yazınsal kimliğinizin bir anahtarı yapabilmelisiniz. Nitekim kimi ödüller vardır, kime verilirse verilsin belli bir değer taşır. Ama kimi ödüller vardır, kimi yazarlar bunu aldığında, onunla değer kazanır ancak. Bu olgudaki gibi tıpkı, kitabı yayımlayıvermiş olmayı değil de “Hah, işte ben de tam bu kitabı yayımlamak için yaşamıştım bunca yıl,” denilmişçesine bir özgüven duygusunu önemsemek gerekiyor kanımca daha işin başında.

Gerek Cumhuriyet Kitap’ta süregiden “Kitaplar Adası”nda gerekse www.sadikaslankara.com ’da yer alan “Sayfa Yazıları”nda kaleme getirdiklerim üzerine, yazarlarla yazar adaylarınca gönderilen mektuplar, hatta kimileyin buna eklenen dosyalar, çalışmaların kitaplaştırılması konusunda yaşanan sıkıntıların önemli sorun halinde yaşandığı, açıkça dillendirilmese de benden bu yönde katkı beklendiği izlenimi bırakıyor.

Doğrudur, kitap yayımlamak gün günden zorlaşıyor…

Ama oturup da kendimize soralım: Bizim için nedir önemli olan? Yazı sanatının gizlerine ermeyi başarmak, bu doğrultuda bir yazınsal kişilik ortaya koyup bunu geliştirmeye yönelerek mutlu olmak mıdır yoksa her ne pahasına olursa olsun ille de kitap yayımlayıp öne çıkmaya, görünür olmaya çabalamak ya da buna benzer tutkuların rüzgârına kapılmak, kendini buna mı bırakmaktır?

Doğrusunu söylersem, genelde pek çok yazar adayı için ilk seçeneğin neredeyse hiç mi hiç önem taşımadığı kanısı uyanıyor bende. Bu yargıya nereden varıyorum? Kitap yayımlamayı başaramayan yazar adaylarının, bu işi bir yana bırakıp kendilerine başka mecralar bulma tutumu böylesi bir yargıya yol açıyor bende. Sözgelimi artık yazmıyor ya da yazıyormuş gibi yapsa da yazıyla boğuşup didişmiyor çünkü…

Oysa yazmak, evet hiç kuşkusuz bir cehennem, ama keçiboynuzu çiğnemek gibi müthiş bir tutku aynı zamanda. Üstelik bu tadı, hazzı, zevki, yazmanın daha genel söylersek sanatın dışında hiçbir alanda bulamayabilir kişi, eğer yazma arzusundaki yaklaşımında içtense. Buna karşılık diyelim, eğer bilim, felsefe, spor yapmıyorsa…

Sürecin kendisinin de sonuç kadar önemli olduğunu kavramadan sonuca varmanın tek başına önem kazandığı nerede görülmüş? O halde böylesi bir düzeye ulaşmak gerekmiyor mu ilkönce? Demek ki bu türde zorlu bir süreç yaşanmadan sonuç üretilemeyeceği asla unutulmamalı! Siz, böylesi zorluklarla yaşanan cehennem girdabından geçerek yazarlık çabanızı sürdürüp ürettikçe söyler misiniz o zaman kim sizin kitap yayımlamanıza engel olabilir?

Öte yandan geçmişten günümüze adı bilinen yazarların da kitap yayımlama konusunda çeşitli sıkıntılar yaşadığı biliniyor. Sözgelimi 1980’lerde kurulan “YAZKO” (Yazarlar Kooperatifi), bunun somut örneği olarak alınabilir. Ayrıca buna benzer farklı girişimlere de rastlanıyor yazınımızda çeşitli tarihlerde. Üstelik kitap yayımlama sıkıntısı yaşayan bu yazarlar, daha önce adlarını duyurmuş, bir biçimde kitap yayımlayabilmiş adlardı çoğun.

O zaman günümüzde adı henüz gereğince duyulmamış, kendilerine daha çok yazar adayı diyebileceğimiz genç-erişkin insanların bu yönde sıkıntı çekmeleri doğal. Şu sıra “Öykü Kürsüsü”nde öyküsü yayımlanan genç yazar Ruhşen Doğan Nar da, bu yöndeki arayışlarından söz ediyor gönderdiği iletide.

Sözgelimi Ruhşen, “Fareler ve Köpekler” başlıklı öyküsünde ister Gogol’un “Burun”, Dostoyevski’nin “Timsah” anlatıları deyin, ister bizden Ahmet Yıldız’ın “Köpek”ini anımsayın, bunların da estirdiği birbirinden uzak çağrışımla toplumsal dokunun artalanına bakış farklılığı getiriyor denebilir. Yazar, belki de bu öyküsüyle, görece öteki yazarlardan ayrılan bir yola girmekte olduğunu da düşünebilir bana göre. Yani, bir im gibi alarak olguyu, topluma bakışta sıra dışılık değilse de bir farklılık getirmek gerektiğini sezebilir pekâlâ.

Ne var ki genç insan, güçlükleri hemen aşmak, hedeflediği yere bir an önce ulaşmak istiyor, ayırdındayım bunun, biliyorum, gençlere de bu yakışır doğrusu. Ama gerçeklik, onların öngördüğü ya da düşlediği gibi çıkmıyor her zaman karşımıza. Kendi iç koşulları, dinamizmi kadar dış koşulları, dinamizmi de büyük önem taşıyor bu konuda olguların. Diyeceğim hedefle arzu her zaman örtüşüp çakışmıyor.

Bu yönde hazır çözümler de yok yazık ki.

Ama bir sağlam yol; yazarlık hüneri kazandığı kanısına varmış gencin, kendisini bu aşamadan alıp artık yaratıcı yazarlık düzeyine çıkarması için çabalaması, böylesi bir süreçte şaşmaz iradeyle yol alması gerektiği.

“Yazarlık” dediğimiz yaratıcı çalışma alanı da zaten bu uzun yolculuğun bir başka adı aynı zamanda.