SAYFA YAZISI: Kadınla, Kadınca, Aşkla Yazmak…

Kadınla, Kadınca, Aşkla Yazmak…
M.Sadık Aslankara
(8.3.2018 YAZISIDIR.)

On beş yılı aşkın bir süre önce Şebnem Atılgan’la söyleşimizde, okuyacaksınızdır, Uykusu Sakız’a dönük sorusunu yanıtlarken, kadın öykücülere getirmişim sözü yine:

“Bana göre erkeklerin eksiklikleri ne ise öyküye yansıyan yanları da onlardır. Ben kadın kahramanlardan yana bir öykücüyüm ve Türk öykücülüğünün bu derecede başarılı olmasının ana nedeni de kadınların öykücülüğümüzde egemen olmasından kaynaklanıyor. Kadın yazarlar ve kadınların kattığı değerler olarak bakıyorum. Kadınlar çünkü, kadınlar soğukkanlı bakıyorlar öykülere… Sıcakkanlı bakan, duygusallığı vıcık vıcık olan erkekler…”

Kabaca çeyrek yüzyıldır bu öne sürüşümü değiştirmiş değilim, bugün de koruyorum düşüncemi. Kadınla “öykü” sanatı arasında kurulabilecek ilişki üzerinde az durmadım. Geçmişten günümüze düşüncelerimi neredeyse birkaç kitabı dolduracak boyutta paylaşmaya çabaladım farklı yayınlarda. Ayrıca panellerde, değişik ortamlarda, çeşitli etkinliklerde, oturumlarda sözlü olarak da paylaştım bunları.

Özellikle öykü sanatında kadının yerinin erkeklerden önde olduğunu söyleyegeldim öteden beri. Bu kısa yazıda bunu açımlamak yerine bir iki noktaya yeniden değinip yargımı bir kez daha paylaşayım istiyorum.

Kadının dirimsel varlık anlamında kendisine yakıştırdığı dişil seçicilik, yazarlığını da doğrudan etkileyip yönlendiriyor. Seçici olabilmesi için doğal bir açılma öne çıkıyor ilk aşamada. Yani doğasından gelen kendini gösterme eğilimi başlıyor, kazandığı beğeninin yeterli düzeye ulaşmasıyla hareketin yönü tersine dönüp beğeni toplamı içinden seçim yapmaya yöneliyor bu kez.

Bu dirimsel davranış kadını, ayrıntılara dikkat etmeye, bunları hep yerli yerinde kullanmaya, her şeyi uluorta faş etmek yerine bunları örtmeye, gizlemeye, söyleyivermek yerine olup bitenler karşısında suskun kalmaya yönlendiriyor. Demek ki kabaca öyküleme, sanat olarak zaten kadının doğasında olan bir tür, biçem.

Yazının geleneksel kullanımdan uzak durduğu Doğu toplumlarında kadın zaten özelikle bu hünerini kullanma yetisini, birbirine naklettiği anlatılarla, kendi aralarında ama imece yoluyla ama bireysel düzlemde işe dönük üretimlerinde, bunların somutlanışı olarak alınabilecek el sanatlarıyla zanaatlarında zaten deneyimlemiş oluyor.

Öyküye giden yol, sonuçta kadın varlık için hep açık. Ayrıntıları seçme, yerli yerinde, üstelik işlevleri yönünde bunları kullanma hüneri alabildiğine gelişmiş. Bunlar aynı şekilde sözlü olarak kadını iyi bir hikâye anlatıcısına dönüştürürken yazıya geçişindeyse ciddi bir üstünlük kazandırıyor bana göre.

Özellikle öykücülüğümüzde kadınların yaratıcı, yönlendirici gücünü görmemek için kör olmak gerek.

Sözgelimi öncesiyle başlayıp sonlara dek yayılan 1950 kuşağı öykücülüğünün biçimlendirilişinde azımsanmayacak katkı payları olduğu göz ardı edilebilir mi kadın yazarlarımızın? Örneğin Peride Celal, Nezihe Meriç, Leylâ Erbil, Sevim Burak, Füruzan, Güner Ener vb. adlar anımsanabilir o zaman.

1950 kuşağı kavrayışını ileri taşıyan, bu arada öykücülüğümüzün 1960’larla 70’lerin basıncından kendisini koruyabilmesinde ciddi katkılar sağlamış yazarların etkisi de bu grubun enerjisine eklemlenebilir. Bu adlar için de yine o yıllarda bu kez Nursen Karas, Tomris Uyar, Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu, Ayla Kutlu, Aysel Özakın, Nazlı Eray, İnci Aral, Pınar Kür, Feyza Hepçilingirler, Ayşe Kilimci, Nursel Duruel, Erendiz Atasü vb. adlar öne çıkacaktır.

Derken 1990’lara el vermekle birlikte kendilerini hem onlardan hem de öncekilerden ayırmaya girişmiş bir başka kadın yazar grubunu da bu adların ardına eklemek zorunlu bana göre: Jale Sancak, Feride Çiçekoğlu, Nemika Tuğcu, Ayfer Tunç, Sezer Ateş Ayvaz, Zeynep Aliye, Ulviye Alpay, Ayfer Coşkun vb.

1990’lar öykücüleri kuşağına geldiğimizde ise onlarca değil artık yüzlerce kadın öykücünün adını bir çırpıda sayabilmek olanaklı geliyor bana günümüzde.

Bir kısa giriş bağlamında alınabilecek bu yazı, kadının yaratıcı gücünün on yıllardır öykücülüğümüzü de derinden etkilediğini vurgulasın yeter şimdilik.

Çünkü “kadın öykücü”yü, kapsayıcı bütünsellikle yansıtabilmek bir yazının değil de hiç değilse bir kitabın işi olmalı.

Bunca sözün ardından hep birlikte seslenelim o halde: 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününüz ya da doğrudan Dünya Kadınlar Gününüz kutlu olsun!