SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Eleştirisiz Yol Alınabilir mi?

Eleştirisiz Yol Alınabilir mi?
M.Sadık Aslankara
(9.8.2018 YAZISIDIR.)

Düşünce, tutum, davranış, eylem, kılgı herhangi yansıtımımıza karşı anne baba öğüdünden tutun büyükanne büyükbaba tembihine, oradan öğretmen temrinine uzanan, arkadaş dost uyarısına dek giden her söz, hatta im elbette eleştiridir. Ne var ki “eleştiri” teriminden bizim anlamamız gereken, yalnızca dizgeli hale getirilmiş, bu bağlamda düşünsel, kuramsal temeli, bilimle örtüşür çakışır düzeye ulaşmış bir kavrayış olmak zorunda.

Demek ki eleştirinin, kurum olarak bilim, felsefe, sanat üçlüsünün kolanında ele alınıp bunlardan pay alan bütünlükle olguya yaklaşılması gerekiyor ille. Eleştiriden söz edildiğinde bunu anlayacağız kaçınılmaz biçimde. Eleştiriye girişte ön kabul anlamında bu ilke benimsenecek.

Sözgelimi, “Karım eleştirdi, öldürdüm,” türünde ifade veren erkek görüntüsündeki cani, bu sözcüğü kullandığında, “eleştiri terimi” bağlamı içinde almayacağız onu; dileğimiz o ki, yasa koyucu da, suçu hafifletmenin gerekçesi almasın bunu.

Bu örnekleme bile, eleştiri kurumunun nasıl ağırlığa sahip olduğunu, ne denli önem taşıdığını göstermeye yetiyor. Yıllar önce kaleme getirdiğim bir yazı başlığı olarak, “Yakılacak Kadın; Eleştirmen” demeyi seçmiştim. Çünkü eleştirmek bir hak değil görev, sorumluluk.

O halde bilimsel, felsefesel, sanatsal düşüncenin biricik kılavuzunun, aklın bu en önemli etkinliği biçiminde kabullenilmesinde sayılamayacak yarar var. Yoksa eleştiri kurumunun boğulması, yani aklın susturulması işten değil.

Ancak ne acıdır ki, eleştiri kurumu yanında eleştirel aklın önü gitgide tıkanıyor. İnsanlar için “evet”, “hayır” mantığının yeterli göründüğü bir dünya düzeninde eleştirel akla gerek duyulmaması, bugüne dek yaşananlara bakılarak olağan sayılabilir. Öyle ya insanoğlu, körü körüne buyurgana bağlılığın ardından bugünlere gelmedi mi?

Yine de uygarlığın seyrinde bilimin, felsefenin, sanatın ağırlığını koyması, bu etkinliklerin âdeta dar bir çevrede, elit topluluk içinde hayatiyetini sürdürmesi yeterli görünebilir bu dayatmacı anlayışa. Bu yapılmazsa hiçbir gelişme yaşanamayacağını bilir çünkü onlar.

Öyle ya uygarlık zinciri, eleştirel aklın armağanı. Soyutlamayı besleyip ona hayat kazandıran eleştirel akıl. Yazıya gerek kalmadığını düşünenlerin yanıldığı nokta, bunun soyutlamada olağanüstü buluş olduğu gerçeği. Öyle ya bilimci, felsefeci, sanatçı ancak okuyup yazarak soyutlama yetisini besleyip geliştirebilir.

Eleştirel akıl, kendi sistematik yapısı içinde böylesine matematiksel çıkarsama gücüne sahip konumuyla yapıtta çelişmezliğin de tek denetleyicisi. Bir yazarın, bu türde yetisi yoksa eğer, yalnız edebiyatta değil, öteki alanlarda da vasatı geçemeyecektir, hatta bu düzeye varmak giderek daha da zorlaşacaktır.

Bu özetlemenin ardından şu da eklenebilir; bir edebiyat yapıtını tamamlamak elbette önemli, ancak yazarın, bunu alımlayıcı önüne çıkarmadan kendi denetimini yapıp eleştirel aklı devreye sokması, buna oranla çok daha önemli.

Bu çerçevede edebiyat yapıtını, kendi bağlamı içinde denetlemek, yapıtı üretmenin kendisi kadar önemli, öncelikli. Elbette süreç de. Yapıttaki çelişmezlik, bir karabasan biçiminde algılansa da yine de yazarınca giderilmesi gereken bir eylem biçimi çünkü. Kimileri, bunu savsaklayabilir, bu nedenle hâlâ ağırlığını duyuran bir gerçeklik olduğu göz ardı edilmemeli bunun hiçbir zaman.

Bütün bu söylenenler, masal havasında kalıyor. Çünkü eleştirel aklın tu kaka edildiği çağda yol alıyormuşuz gibisinden tuhaf bir döngüdeyiz hep birlikte. Teknolojik gelişme eşliğinde yeni bir ortaçağa tanık olunduğu herkes tarafından dillendirilir hale geldi artık.

Ne var ki sanat, yine de kendi kuralları, ilkeleri üzerinde ilerliyor, sanat üretmenin başka bir yolu yok. Öyle ki, eleştiri matematiğinin işlemediği hiçbir sanat yapıtı kendini var edemiyor.

Öyleyse bir yazarın, “yazarlık payesi” kazanabilmesi, eleştirmenliğin üstesinden gelmesine de bağlı.

Ama çok az yazar bunun ayırdında. Yazarların büyük çoğunluğu tanıtım yazıları görünümünde bir tür reklamla yetiniyor, iletişim organlarında, yazılı-görsel yayınlarda görünmeleri eleştiriye duyabilecekleri gereksinime karşılık geliyor.

Edebiyat sanatı yok olmuyor, tersine kısıtlı sayıda aydın okuryazar entelijansiyası çevresinde farklı bir edebiyat, kendine has değerle yol almayı sürdürüyor. Ancak kitleselleşmiş, bu arada sürüleşmiş okur yığını henüz bunun ayırdında değil.

Oysa eleştirisiz yol almaya çalışan yazar, her gün biraz daha batağa saplanıyor.

Edebiyatımızı zayıflatıp yoksullaştıran bir hastalık da bu!