SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Eleştirinin Değeri, Eleştirisizliğin Bedeli…

Eleştirinin Değeri, Eleştirisizliğin Bedeli…
M.Sadık Aslankara
(16.8.2018 YAZISIDIR.)

Sabahattin Kudret Aksal, sıcaktan hoşlanan, ötesinde fazlaca giyinen bir şair, öykücü, oyun yazarı olarak bilinir. Hele kış mevsimlerinde giydiği ağır palto, edebiyat çevrelerinin iyi anımsadığı, kendisi kadar ünlü bir giyiti oldu onun. Bu yanını sezdiren olduğunda, “Sıcaktan kim ne zarar görmüş?” diye bir soru kaması koyardı hemen ortaya, bilinen ağır, sakin havasıyla.

Sabahattin Kudret, bir felsefeciydi aynı zamanda.

Sanki o sormuşçasına ekleyeyim: Eleştiriden kime ne zarar gelmiş? Kim ne zarar görmüş?

Eleştiriden kimsenin zarar gördüğü yok ama biz onu, Sabahattin Kudret’in sevimli, sıcak uyarısı gereğince giyiniyor, içselleştiriyor muyuz; önemli olan bu.

Özellikle hemen herkesin yararlanabileceği, özellikle öykücülerle romancıların basbayağı başucu kaynakları arasında yer alması gereken Berna Moran’ın Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, Fethi Naci’nin Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişim, Yüzyılın 100 Romanı adlı temel yapıtları ne oranda okunuyor acaba?

Andığım yapıtların okunmalarına değgin baskı sayılarını gözden geçirmiş değilim veri anlamında. Ama çoksatar romanlar kadar okura olulaşması gerektiğini düşündüğüm eleştiri yapıtlarından bunlar, başta gelenler arasında.

Aslında bu kadar değil başucu kaynağı oluşturacak bu denklikte temel yapıtlar. Bunlara eklenebilecek azımsanmayacak bir dağara sahibiz eleştiri yazınımızla ilgili. Bunlara yine edebiyat odaklı zengin bir deneme kitaplığı da eklenebilir ayrıca. Ne var ki soru ortada duruyor.

Eleştiriye, eleştiri yapıtlarına ne ölçüde yakınız?

Aynı soruyu tiyatro türünün oyunlarıyla şiir, öykü kitapları için yöneltmek de olanaklı. Hele eleştiriden söz edildiğinde bu, bambaşka bir anlam da taşıyor.

Bu soruya, sorulara olumlu yanıt verebilmek güç geliyor bana.

Neden?

Eleştiri yapıtları, büyük emekle ortaya konulan çalışmalar. Bu yanıyla bakıldığında verimleyici eleştirmenin, bilimden felsefeye, siyasadan tarihe, bütün uygarlık, kültür tarihine dayalı yoğun emekli bir uğraşı verdiği biliniyor. Ama bu durum, bizim de okur olarak bununla uyumlu bir çalışmaya yaslanmamız gerektiğini ortaya koyuyor.

Diyeceğim, eleştirmen, bunların yanında disiplin, dizgeli yaklaşım sergilediği kadar bir kuramcıdır da kuşkusuz aynı zamanda. Bu nitelemeyi hak eden bir eleştirmenin çalışmasından içeri girmek, onun yapıtlarını okumak, bizden de, hadi aynı çabayı demeyelim ama, aynı disiplini göstermemizi zorunlu kılıyor. Kabul, herkesin böyle bir birikime sahip olamayacağı öngörüsü yönünde belki zorlanacaklar çıkacaktır, olağandır bu. Ancak söz konusu karınca sabrını, kararlılığını, kabullenilmiş sıcacık özveriyi herkesten bekleyecektir eleştiri, doğası gereği.

Bu bakımdan yalnız kuram değil bir kurumdur da tek başına eleştiri. İşte bu nitelikler bile, eleştiri dergâhından içeri adım atacak insanları ürkütüp ileri adım atmaktan alıkoyabilir. Kolay değil, böylesine bir disiplini özümseyip bunu sürdürebilmek…

Bir bilimsel kuram gibi, bir bilimsel kurum gibi kendini somutlayıp vakur duruş sergileyen eleştiri, bu nitelikleriyle bütün zamanlara yayılabilecek değere sahiptir ne var ki. Bu olgu, eleştirinin, yaşamımızdaki yeri, bu tür yapıtların ayrıca zaman aşırı değer taşırlık yansıtmasıyla daha da anlamlı hale geliyor.

Ancak bu değere ulaşmak, eleştiriyle çakışmak, örtüşmek olarak düşünüldüğünde buna herkesin varabilmesi belki olanaklı olmayabilir. Ne ki, herkes kendi birikimi yönünde bu değerle buluşmanın bir yolunu bulmalı yine de.

Önemli olan, bize güç gelebilecek kimi yanlarından söz edilebilse de eleştiriyle buluşmayı savsaklamamak, bundan caymamak.

Aksi halde eleştirisiz kalmanın bedelini eleştiri değil, ama yazar ödeyecektir. Hem de ne ödeme!