ATÖLYE’DEN; Figen Şentürk; Ben Yazarım

ATÖLYE’DEN

Ben Yazarım
Figen Şentürk

“Bir metin akılla yazılır duyguyla okunur…”

On beş dakikan var hemen şu konu hakkında yazı hazırla.

Eyvah! Nasıl yazacağım? Yazar adaylarını korkutan anlardan biri.  Fakat doğru söylem değil. On beş dakikam var. “Ben yazarım.”

İşte ilk ders. “Ben yazarım” söylemine ikna olma ânı.

İyi bir yazın işliği için kaç gün, kaç ay, ya da kaç yıl gerekir? Hep bunu düşünmez miyiz? Fakat şu çok az gelir aklımıza, bizim için doğru insan kim?

İşte tam da burada ismini aklımdan, kalbimden ve kalemimden eksik etmediğim Saygıdeğer Hocam Sadık Aslankara geliyor aklıma. On beş gün içinde bizi “tip”ten “karakter”e dönüştüren insan bu. Yazma yolunda emin adımlarla ilerliyorsanız ya da karanlıkta kaybolmuşsanız, size ışık tutacak ve yol gösterecek çok kıymetli bir kalem.

“Geliştirilmiş Yazarlık Atölyesi”nde her gün masa başında akrep ve yelkovanla boğuşacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. O kıymetli saatlerin yarısı dramada; artalan ararken, paralel metinlere bağlanırken, dışarıdan duyduğunuz sesleri metne kondururken ve kaybolan kendinizi yeniden bulurken geçecek.

Yıllarca yazın atölyelerine katıldım ama kendimi hiçbir metnin art alanında bulmadım. Tâ ki bu atölyeye kadar…  Bir gün derste baktım ki, gözlerimde bant,  Çehov’un Vişne Bahçesi’ndeyim.  İşte o gün art alanı öğrendim ve kaybolan kendimi buldum. Masa başında değil, drama destekli anlatı anında.

Çoğu metinde, hocalarınız size hatalarınızı söyleyebilir, yanlış kelimelerinizin üstünü çizebilir. Ama çok azı işin tekniğine girip nasıl hata yapmamanız gerektiğini öğretir. Metni soymak yerine nasıl özenle giydirmek gerektiğini öğretir.  Hatasız metinler istiyorsanız doğru yerdesiniz.

Dersler boyunca kimler yoktu ki…

Türk Edebiyatında yeri doldurulamaz şairler, öykücüler, romancılar ve masalcılar gölgelerini kalemlerimize yansıttılar.  Şiirleri Cemal Süreya’dan, öyküleri Ferit Edgü’den, Romanı Leylâ Erbil’den ve büyüklere masalları Muhsine Helimoğlu Yavuz’dan öğrendik. Bunlara başka şairler, yazarlar eşlik etti. Masal okumanın önemine ve masal dilinin gizli büyüsüne bu anlarda tanıklık ettik. Şimdi biliyoruz, masalları en çok büyükler okur.

Su deneyi de unutulmaz anlardan biriydi. Metinlerdeki ritmi, okuyucuyu nerede ele geçireceğinizi, nerede heyecanlandırıp nerede sakinleştireceğinizi,  nerede ağlatıp nerede güldüreceğinizi, art alanda nasıl dolaştırıp, paralel metinle nasıl zaman ve boyut atlatacağınızı size bir bardak dolusu su söylesin ister miydiniz? Gelin ve kendiniz tecrübe edin.

Şöyle bir şey düşünüyorum. Ya bu atölyeye katılmadan önce kitap yayımlamış olsaydım… Eyvah ki ne eyvah! Şimdi içim rahat. İstediğim konuda özgürce araştırma yapar ve yazar, istediğim zaman aralığında öykü,  deneme rahatça yayımlayabilirim. Bu atölye bana yazma disiplini de sağladı bir yandan. Kolay sanmayın on beş günde her gün beş saat dersi. Ama güzelliği burada saklı. Şimdi asla boş ekrana bakmam. Çünkü kelimeler gelir uçuşur üstüme. “Dili önce iyice öğrenir, sonra o dili bozar ve kendi dilimi oluştururum.”

Bu derslerin en güzel ânı hangisiydi biliyor musunuz? Drama dersinde ilk dakikalarda hep beraber  ‘Ben yazarım, Ben yazarım, Ben yazarım’ diye evrene defalarca seslenişimiz. Bu en çok neye mi yaradı? Farkına varmama.

Gelin ve “metinlerde kendi dilinizi oluşturun.” Unutmayın! Bu atölyenin kapısından girdiğiniz andan itibaren siz bir yazarsınız.

Ben mi?

Ben Figen, yazarım.