SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Öykü İnişe mi Geçiyor?

Öykü İnişe mi Geçiyor?

M.Sadık Aslankara
(11.4.2019 YAZISIDIR.)

Öykü, gerek imgeleme gücü, dil, anlatım bağlamındaki içkinliği gerekse türsel mantık yapısının gerektirdiği işlenişi çerçevesinde şiirle yakın, şiir kadar okurundan çaba, emek bekleyen yazınsal tür olduğu kadar bir eylem biçimi aynı zamanda.

Bu çerçevede öykünün de şiir gibi okurdan enikonu entelektüel temel arayacağı, beklenti eşiğinin yüksek olacağı kestirilebilir kolayca.

Tabii burada sözünü ettiğimiz, adını “kısa öykü” biçiminde nitelediğimiz yazınsal türün gereksinebileceği okur beklenti eşiği anlaşılmalı bu dile getirişten. Yoksa Türkçede ciddi bir hikâye etme geleneğinin yüzyıllardır, üstelik gelişerek bugünlere geldiği unutulabilir mi hiç? Bir büyük anlatı birikiminden söz ediyoruz bu anlamda.

Ama iş, hikâye etmekten kalkarak öykü kaleme getirmeye geldiğinde başka bir boyut açılıyor önümüzde.

Anlatılırken, hikâye ederken göndergeler, imgelerle kendine özgü bir konuşma dilinin süslenip parlatılacağı kesin, ama hikâye etme biçimi anlamındaki sözlü anlatıda karşıdakinin bilinci, alımlaması değil algılayıp bundan etkilenmesi hedefleniyor daha çok.

Yine de öykü, bunun tam tersi bir kanalda ilerliyor, şölen bağlamında zekâya sunulan bir oyun çünkü kısa öykü.

Sözel aktarılarla insanımızın genetik formlarına işlendiği öngörülebilecek anlatı geleneği üzerinde yapılandırılan, diyelim üçtaş, dama vb. oyun dağarını aşarak satranç, briç aşamasına varmış tür anlamında kısa öykünün yapıca gereksineceği ne ayrıntı varsa bunları karşılayıp kuşatacaktır kuşkusuz.

Zurnanın sırt dediği yer tam bu noktada önümüze seriliyor.

Toplumca öyle bir dönemden geçiyoruz ki, akıl aşağılanıyor âdeta. Akıl oyunları bu arada sanat da aşağılanır bir hale geliyor neredeyse. Toplumca sanki bir at gözlüğü takılıyor, bu doğrultuda sanat ezberleri yapılıyor, orta malı popüler ürünlerle yetiniliyor. Ayrıksı yapıtlara sırt dönülerek sıra dışı kabul edilip âdeta ötekileştiriliyor.

Sistemin belirleyiciliği sanat alanlarında da sürüyor. Edebiyattan görsel sanatlara, müzikten resme bir yandan tüketici kavrayış pompalanıp kışkırtılırken öte yandan sistem neyin izlenmesi gerektiği konusunda belirleyiciliği asla elden bırakmıyor.

İşte bütün bu olumsuz koşullara karşın, şiir de öykü de kendi kulvarında kendi özgür kavrayışı doğrultusunda yol almayı, üstelik bu yolda kendisine derin bir yatak açıp bunu her geçen gün daha da derinleştirmeyi sürdürüyor inatla.

Bu yöndeki gerçeklik paydası hükmünü sürdürürken arada yine sistemin önayak olduğu çoksatar ciddi öykü kitapları da yayımlanmıyor değil. Ne ki çoksatar öykü kitapları, dolayımlı ilişkilenişle gündeme geliyor yine de. Magazinel çerçevede ilişkilenişle şiir veya öykünün öne çıktığı da görülebiliyor çünkü arada.

Toplumsal hareketliliğin çok farklı seyrettiği böylesi dönemlerde değerler karmaşası, farklı temelde çatışmalara yol açabiliyor. Nitekim bir yandan bu yönde çağıltılar yaşanıyor belki ama aynı zamanda sanat, sanatsal oluşumlar, türler, etkinlikler vb. güç yitirebiliyor.

Böyle bir ortamda öykü sanatı da yükseklik yitirebiliyor ne yazık ki. Ayrıca kimi yaklaşımlar, öykünün aşağıya çekilmesine neden olabiliyor, ayırdına varılmadan vektörel eğri baş aşağıya dönebiliyor.

En yüksekte olduğu böyle bir aşamada öykücülüğümüz, aynı zamanda vurulmaya da en açık olduğu dönemi yaşıyor çünkü.