SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; Edebiyatta “Kuşak” Kavramına Yeniden Bakmak

EDEBİYATTA “KUŞAK” KAVRAMINA YENİDEN BAKMAK…

M.Sadık Aslankara
(21.5.2020 YAZISIDIR.)

“Fecri Ati Topluluğu”, “Beş Hececiler” deniyor, “Birinci Yeniciler”, “Garip Akımı”, “1940 Kuşağı Toplumcu Gerçekçi Şairleri” deniyor, “Köy Enstitülüler” “1950 Kuşağı Öykücüleri”, “İkinci Yeniciler” deniyor, “Serveti Fünun”, “Varlık” gibi dergilerin “Çevresi”nden söz ediliyor kısaca deniyor da deniyor…

Peki ne bunlar, bu söyleyişlere karşılık nasıl, ne türden bir açılım getirilebilir?

İlkin şu soruya yanıt aramalı bana göre; Bunlara, bire bir karşılık verilebilen birer teknik terim bağlamında bakmak doğru mu? Yoksa bunlar, paydaşlıkları çerçevesinde, daha çok benzer olanları içine alan birer genelleme deyişi doğrultusunda mı alınmalı?

O zaman kuşkusuz her genellemede gözlenen, hataların sızabildiği, benzerler kadar benzemezlerin, hatta aykırı örneklerin de aynı kategorik bağlam içine sığıştırıldığı ya da yuvarlandığı karmaşık bir bütünleme çıkıyor karşımıza.

Belki bir yanıyla elmalarla armutlar buluşuyormuş izlenimi veriyor ancak başka bir açıdan bunların aslında buluşmaktan çok buluşmazlık yansıttığı, daha güçlü bir olasılık halinde önümüzü kesiyor.

Yukarıda sıralanan kuşak, topluluk, okul, akım, çevre, eğilim, bunların yanına eklenebilecek eşanlamlı daha pek çok sözcük, yalnız sanat, bilim, düşünce alanlarında değil bunların yanında öteki bütün yaşantı alanlarına da yayılıp toplumsal, kültürel her ilişkiyi kapsayabiliyor. Üstelik ilişkilendiği alanlar içinde birer terime, kavrama da dönüşebiliyor hemence.

“Eğilim”, “yönelim”, “yönseme” vb. sözcükler sanatsal etkinliklerde zaten sıklıkla karşımıza çıkıyor. “Okul” (ekol), “akım” vb. sözcüklerse sanattan politikaya, eğitime, bilime, bilimsel buluşa, bu anlamdaki gelişmelere kadar farklı alanlara uzanan kavramsal karşılıklar üretebiliyor.

Buradan hareketle “kuşak”, “çevre” vb. sözcüklere, yaygın kullanılırlığa sahip değişmeceli anlamıyla geniş yelpazede ağırlığa sahip birer yazın terimi olarak bakılabilir pekâlâ.

“Kuşak”, belli yaş aralığını imliyor. Yakın zamana kadar iki kuşak arasındaki bu yaş yelpazesi, yuvarlamayla yirmi beş yıl olarak kabullenildi hep. Böyle alınmasına karşın görece daha sıkıştırılmış bir zaman öne çekildi. 1940 Kuşağı toplumcu gerçekçi şairleri ya da 1950 Kuşağı öykücüleri denildiğinde yaş eşiği on yılla sınırlanıyormuş izlenimi doğdu kendiliğinden.

Kimi çalışmalarda farklı yaklaşımlarla ele alınsa da 1940 Kuşağı içinde anılan şairlere bakıldığında, diyelim Hasan İzzettin Dinamo (1909-1989), Rıfat Ilgaz (1911-1993), Cahit Irgat (1916-1971), A.Kadir (1917-1985), Niyazi Akıncıoğlu (1919-1979), Vedat Türkali (1919-2016) vb. şair yazarların yanında Ömer Faruk Toprak (1920-1979), Enver Gökçe (1920-1981), Mehmed Kemal (1921-1998), Arif Damar (1925-2010), Attilâ İlhan (1925-2005), Şükran Kurdakul (1927-2004), Ahmed Arif (1927-1991) vb. görece yaş eşikleri on-on beş yıl arasında değişen bir yelpaze çıkarabiliyor karşımıza.

Günümüzden seksen yıl önce 1940’lar göz önüne alındığında bu adları aynı “kuşak” içine almak olağan sayılmalı. Tümünün de ortak özelliği Nâzım Hikmet’i örnek alıp anılan tarihlerde onun şiir kavrayışıyla örtüşür nitelikte ürün yayımlamaya koyulmuş olmaları.

Peki “1950 Kuşağı” öykücüleri için neler söylenebilir?

Gelin, yine örneklerden yola çıkalım.

Kimi çalışmalarda farklı yaklaşımlarla ele alınsa da 1950 Kuşağı içinde anılan öykücülere bakıldığında Salim Şengil (1913-2005), Yusuf Atılgan (1921-1989), Vüs’at O.Bener (1922-2005), Nezihe Meriç (1925-2009) vb. öykücülerin yanında Bilge Karasu (1930-1995),  Sevim Burak (1931-1983), Leylâ Erbil (1931-2013), Orhan Duru (1933-2009), Tahsin Yücel (1933-2016), Erdal Öz (1935-2006), Sevgi Soysal (1936-1976), Onat Kutlar (1936-1995) Adnan Özyalçıner (d.1934), Demir Özlü (1935), Ferit Edgü (d.1936) vb. yazarlar arasında yine on-on beş yıl arasında değişen bir zaman yelpazesi görüyoruz.

Ne var ki bu kez artık 1950’lere, 60’lara gelinmiştir. Evet tümü için ortak özellik Sait Faik’in örnek alınıp modern bir öykülemenin peşinden gidilmesi gösterilebilir.

Ancak bu iki kuşak arasında “kuşak” kavramının içine katılabilecek sürenin çeyrek yüzyıl gibi yuvarlamadan enikonu uzaklaşacağı öngörülebilmeli. Nitekim günümüzde x, y, z kuşakları için onar yıllık dilimler düşünüldüğüne göre, bu süre eşiğinin ileride daha da oynak hale geleceği açık demektir.

Bu yüzden 1950 Kuşağı öykücüleri denildiğinde 1950’lerde İstanbul’da a dergisi çevresinde yirmili yaşlarında genç öykücüleri almak yerinde bir tutum sayılmalı.

Oysa Ankara’da Salim Şengil öncülüğünde sürdürülen çok önemli bir öykü damarı var ki, bu da aynı döneme, hatta biraz da öncesine rastlıyor. Eş zamanlı bir örtüşme diyelim. Seçilmiş Öyküler Dergisinde alana katılan bu yazarlar da kuşkusuz 1950 öykücüleri.

Bu olgu, bende, “1950 Öykücüleriyle” “1950 Kuşağı öykücüleri” deyişini birbirinden ayırmak gerektiğini imlediği kanısı uyandırıyor diyebilirim kendi payıma.

“1990’lar Edebiyatı” derken, bunu nasıl yorumlamak gerektiği konusuna buradan devam edeceğim.