SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; Köy Enstitülü Yazarlardan 90’lar Kuşağına

KÖY ENSTİTÜLÜ YAZARLARDAN
90’LAR KUŞAĞINA…

M.Sadık Aslankara
(25.6.2020 YAZISIDIR.)

Köy Enstitülü yazarlar derken, 1920’lerin ikinci yarısıyla 30’ların ilk yarısında doğan, bulundukları çevrenin köy enstitülerinde okuyup yine kendi yörelerinde köy öğretmenliği yaparken yazı serüvenine atılan, 50’lerde yükselişe geçip bunu alabildiğine parlatan, yazınımızda seslerini bu yolla duyuran, 1980’e dek yaklaşık çeyrek yüzyıl boyunca ağırlıklarını görece hep koruyan bir “öğretmen-yazar topluluğu”nu anlıyoruz.

Toplumsal açıdan kırsal kökenli yapıları, Köy Enstitüsü temelli eğitim-öğretimleriyle bir ölçüde türdeşlik yansıttığı öngörülebilecek bu yazar topluluğunun, aslında Hasan Âli Yücel’in armağanı olduğu pekâlâ savlanabilir.

Söz konusu yazarların yazınsal yolculuğunu derinden etkileyip onlara kılavuzluk yapan, on dokuzuncu yüzyılı baştan sona kaplayan modernizm, özellikle Rus, Fransız, Alman, İngiliz edebiyatının önde gelen adları daha çok. Bunlara ayrıca Doğu-Batı düşüncesinin yüzyıllar içinden gelen yazarlarıyla klasik yapıtları da eklenebilir kuşkusuz.

Köy Enstitülüler, bir yanlarıyla kabaca milli edebiyata, öte yanlarıyla kendine özgülük içinde 1940 Kuşağı toplumcu gerçekçi şairleriyle yazarlarına eklemlenebilecek yazınsal yaklaşım sergilediler.

Ne var ki topluluk yazarlarıyla şairlerinin etkin olduğu bu dönem içinde iki güçlü yazınsal akım daha vardı, İkinci Yeni şiiri ve 1950 Kuşağı öykücüleri.

Andığımız bu iki yazınsal çevre şairleriyle yazarlarının 1910’lar sonuyla 30’lar ortalarına dek yuvarlamayla on beş yıl içinde doğduğu söylenebilir.

Öte yandan 1950’ler boyunca, zaten tiyatrodan sinemaya, resimden müziğe bütün sanat dallarında “saltık sanat” olarak nitelenebilecek bir temel dayanağın “damardan” tartışılır hale geldiği, bunun yeni bir yapılanma yönünde ilk meyvelerini vermeye koyulduğu unutulmamalı ayrıca bu arada.

Bu mayalanma olgusu sanat ortamlarıyla mahfillerinden kulislere, setlere, galerilere, salonlara, yayın organlarından gazetelere, hemen her yere yayılmıştı.

Bu çerçevede kırsal kökenli Köy Enstitülüler topluluğuyla kentli, üniversiteli bir çevre, edebiyat yoluyla birbirini tanıyor, birbiriyle etkileşime giriyor, sonuçta bir edebiyat harmanı bütün tarafları, birbirini etkileme, birbirinden katkılar alma anlamında alabildiğine açık hale getiriyordu. Çünkü her üç taraftaki imzalar, görmüştü ki, bu bir Türkiye harmanlamasıydı.

Buradan uzun bir atlama yapıp yuvarlamayla kırk yıl sonra ortaya çıkıp kendini gösteren 1990 Kuşağı yazarlarına geçebiliriz, kimi notlar için.

1990 Kuşağı yazarları, hep kentlilerden oluşuyor. Kürt yazarlardaki kırsallık geçmişi, bu kuralı bozmuyor, ancak bu Kürt yazarlardan kimilerinin verimleriyle Köy Enstitülü yazarların ortaya koyduğu edebiyat arasında uzak-yakın çağrışımsal bağlar kurabilmenin olanaklı olduğunu da gözden uzak tutmamak gerekiyor bu arada.

1950’lerde güçlü bir damar halinde birbirine dolanık halde yeni bir sanat yapma anlayışına modellik oluşturan üçlü (İkinci Yeni, 1950 Kuşağı öykücüleri, Köy Enstitüsü çıkışlı edebiyatçılar), cumhuriyet idealini sürdüren özgürlükçü, bağımsızlıkçı damardan geliyordu. Bu nedenle 1960’ı hazırlayan, sonrasında 1968 yükselişinin önünü açan bir “kurucu edebiyat okulu” gibisinden bütünsel bir başlık altında da anılabilir bu üç kuşağın şairleriyle yazarları, elbette bunun bir genelleme olduğu gerçeği unutulmadan.

1990 Kuşağı yazarlarıysa edebiyatımıza 12 Eylül sonrası oluşan kültürel ortamın biçimlendirdiği adlar olarak girdi.

Sözgelimi aralarında kimi benzeşiklik bağları kurulabilecek 1950 Kuşağıyla 1990 Kuşağı öykücüleri entelektüel kentli yapılarına karşın felsefi düşünüş, dilsel tutum gibi konularda birbirinden çok ayrı yansıtımlarla edebiyat yaptı denebilir.

1950’lerde bütün şairler, yazarlar birbirlerinin getirilerini çokseslilik temelinde bir kavrayışla karşılayabiliyordu, 1990 Kuşağı yazarları, öncekilere göre yaygın etkilenmeden çok odak imza-grup etkilenmesinde kalıp bunu sürdüren, daha kapalı bir havuzun imzaları olarak göründü sürekli.

1950’nin imzaları, edebiyatı toplumla çatışarak yapmayı yeğledi, bu yüzden bireyin toplumla çatışması, bireyin özgürlüğü, varoluşu, buna dönük kaygıları, tüm toplumu da içine alacak biçimde ortaya çıktı. Oysa 1990’ın ilk evre imzaları, edebiyatı bireyin kendisiyle yaptığı çatışmalara özgüledi denebilir genelde.

Ama 1990 Kuşağı yazarlarını da tek tip üretim içinde imzalar olarak almamak gerekiyor. Kaldı ki bu kuşak yazarları, iki odaklı eliptik bir halka içinde varlık gösteriyor kanısı uyandırıyor bugünden bakıldığında.

Konuyla ilgili düşünce savurmalarım sürecek.