SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; TOPLUMSAL KARMAŞAYI KİM YAZACAK;

TOPLUMSAL KARMAŞAYI KİM YAZACAK?

M.Sadık Aslankara
(21.01.2021 YAZISIDIR.)

Son yıllarda farklı nedenlerle yaşadığımız toplumsal alt üst oluşumuzu göz önüne getirin, sınırlarımız dışına çıkmaya gerek kalmadan. Öyle ya bir yandan doğanın zoru karşısında selle, depremle vb. yaşadığımız zavallı çaresizlik, doğanın talanı, kapımızda bekleyen su kıtlığı, orman varlığının azalması, yangınlar, türsel çeşitliliğin her geçen gün azalması…

…Öte yandan her birimizin git gide yoksullaştığı, kimilerinin bunun pençesine düşüp kan kustum kızılcık şerbeti içtim diyerek “askıda ekmek”e yürüdüğü, böylesi açmaza dayanamadığı için çocuklarını da yanlarına alıp canlarına kıydığı bir toplumsal karmaşa yaşamı. Bunun yol açtığı sert alt üst oluş…  Bütün bunlar ortada, hepimizin bildiği gerçekler olarak yaşanırken siyasal erkin çözüm üretemeyişi sonra…

İyice derinleşip önümüzü kesen bu türden sorunları düşünün hele, tek tek. Artık görmezden mi gelir olduk bunları, değilse nasıl vardık buralara, ya sonrasında n’olacak, bunca kaygısızlığa nasıl son vereceğiz, kim yanıtlayacak bu türden soruları, bilen var mı?

Sanat ne yapıyor bunların karşısında, ya edebiyat? Yazının işi olmaktan çıktı mı yoksa bütün bu sorunlar?

Hücum edercesine üşüşünce beynine bunlar böyle insanın, kim rahat koyabilir başını yastığa? Kaygısı bile sırt ürpertmeye yetiyor zaten.

Ana başlıklar halinde, gelin, kabaca göz atalım bunlara… “Askıda ekmek” uygulaması üzerine düşündünüz mü hiç? Tüm dünyanın yaşadığı pandemiyi, karantinayla birlikte kendimizi kapatışımızı?

İkinci savaş yıllarında ekmeğin karneye bağlanışıyla koşutluklar kurabilirsiniz, sıtmadan, kızamıktan kırılan, veremle, dizanteriyle sönen insanları, çok değil altmış yetmiş yıl önce yaşananları gözlerinizde canlandırabilirsiniz. Bunun yanında dış göç de dâhil iç göç, kan davası, sonra kentleşme, gecekondu, cinayet, öç, tecavüz, akla ne gelirse hepsi kendine yer buldu edebiyatta. Yazarlar hapishanelere atıldığında bile bu tür toplumsal sorunlara dönük ilgisini sürdürdü, Edebiyat bunları işlemekten geri durmadı hiçbir zaman.

Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi geçmişte insanımızın yaşadığı bu türden dramlar, öykülerimizde, romanlarımızda hep yer aldı. Edebiyat, böylesi toplumsal görevleri de üstlenerek sürdürdü işini. Bu çerçevede yazınsal metinler, ilk çıkışıyla birlikte Osmanlı’dan cumhuriyete, sonrasında yuvarlamayla neredeyse 12 Eylül’e dek kimileyin çok şematik, çizgisel, inandırıcılıktan uzak olmakla birlikte bunlara yer açtı, bu yüzden 12 Eylül öncesi edebiyatımız geniş bir sosyal tarih ansiklopedisi bağlamında okunabilir nitelik kazandı süreç içinde.

Fethi Naci’nin, “İnsanımız, kendi tarihini daha çok romanlardan öğreniyor,” sözü, yazınsal gerçekliğin, bu bağlamda nerelere uzandığını gösteriyor aynı zamanda.

Ya şimdi? Edebiyatımız ne yapıyor? Son dönemde yaşadıklarımız, doğanın ya da toplumsal oluntuların zorlamasıyla ortaya çıkan, yukarıda örneklerini verdiğim olgular yazınımızda yer bulabiliyor mu?

Buna gereken incelikle, duyarlıkla olumlu yanıt verebilmek çok güç görünüyor doğrusu.

Yazınsal sanatların önünde yapılacaklar, yapılmayacaklar türünden bir liste mi var peki? Neden bu kayıtsız kalış, ya da en hafif deyişle ilgisizlik veya ilgi düşüklüğü?

Görece yalnız bizde değil dünya edebiyatında da farklı bir eğilim, yöneliş görülmüyor değil. “Oyun içinde oyun” kavrayışına dayalı bir sanat yapma anlayışı olduğu söylenebilir bu yaygın tutumun altında yatan neden. Akla gelebilecek her türlü sorun, ancak bu yolla somutlanıp dıştalanıyor göründüğü kadarıyla.

O zaman insanın aklı ister istemez o soruya takılıp kalıyor; peki, toplumsal karmaşayı kim yazacak? Yazar değil de tarihçi, toplumbilimci, öteki bilimciler mi?

İyi de sanatın, hele şiir, öykü, roman, edebiyatın o yakıcı sıcaklığını nerede bulacağız? Depremde ölür, selde gömülürken mi? Aşı kuyruğunda bekler, askıda ekmeğe yürürken mi?