SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ‘ERMİŞ OKUR’, ‘TARAFTAR OKUR’…

“ERMİŞ OKUR”, “TARAFTAR OKUR” …

M.Sadık Aslankara
(18.11.2021 YAZISIDIR.)

Her “okur”, yaşamı boyunca sürecek bireysel okuma serüveni boyunca kendi yaşam anlayışı, dünya görüşü yönünde enikonu bir okuma ağı oluşturur kendisine. Söz konusu okuma edimi, düz bir çizgide ilerlemez hiçbir zaman, okuyan öznenin kişisel gelişimine göre biçimlenen, bu yönde yaşanan örtüşmelere bağlı olarak şekillenen, sonuçta bunu somutlayan aşamalarla uyumlu bir eğri üzerinde, ama farklı evreler halinde ortaya çıkar, bunu yansılayan zaman çerçevesinde yayılıp akar.

“Okur” derken, okuryazarı kastetmediğim zaten anlaşılıyor olmalı, ancak ben “okur” sözcüğüyle, akıntıya uyan, okumalarını buna uyduran, sonuçta hep “uyarlık” yansıtan okuru da kastetmediğimin, tam tersine okumalarını akıntıya karşı sürdüren, kendi seçimlerinde direnen, bu çerçevede okuduklarıyla kendi yazar-yapıt kitaplığını kurmayı başaran, ötesinde bu kitaplığı zamana bağlı değiştirip ilerleyen “eylemli okur”dan söz ettiğimin altını özellikle çizmek isterim.

Bu anlamda kendimi de bu kavrayışla örtüşen yaklaşımın ardılı sayan bir “eylemli okur” kabul ettiğimin bilinmesini isterim doğrusu. Yazılarıma kabaca göz atıp geçenlerin bile bu yargıma burun kıvıracaklarını sanmıyorum. Kitapları üzerine kalem oynattığım yazarların bunu bildiğinden kuşkum yok diyeyim ama.

Yine de buna karşın Türkçede, öteki dillerde “benim yazarım” diyebileceğim kaç ad sıralarım, bu ayrı, apayrı bir konu. Adlarıyla ilk kez karşılaştığım her yazara istekle atıldığımı söyleyebilirim kolayca, yapıtlarını okumak için sabırsızlandığımı da.

Önce “benim yazarım” ya da düpedüz “yazarım” bağlamında anılabilecek yazar listelerine değgin bir iki satırcık laf edeyim. Ad ya da yapıt sırasının değişmez olmadığını, bunların da yıllara, okurdaki gelişim-dönüşüm eğrisi bağlamında değişkenlik sergileyeceği açık.

Geçmişte Fethi Naci, romanlar üzerine yaptığı çalışmalar sonrasında iş, on-yirmi roman sıralamasına geldiğinde listelerini aralıklarla değiştirirdi. Bir yazar, önceki listede bir romanının seçildiğini görürdü örneğin, ama diyelim on yıl sonra Fethi Naci, listesini yeniler, ilk listede andığı yapıtı, bakardık bu kez sıralamaya almayabilirdi. Biz de konuyu böyle çözümlemek zorundayız.

Yaşadığımız sürece okuyacağımıza, bütün zamanlar boyunca yeni yazarlar ortaya çıkacağına, eskisi-yenisi yazarlar tarafından yeni yapıtlar üretileceğine göre eylemli okur, bunun da bilincinde olacaktır kaçınılmaz biçimde.

Ne ki buna karşın kuşaklar boyu ya da birkaç kuşak boyunca tahtı sarsılmadan yazınsal konumlarını koruyan yazarlar da sıralamada yer alacaktır kaçınılmaz olarak. Örneğin Homeros’u, Cervantes’i, Shakespeare’i, Dostoyevski’yi, Kafka’yı, yanı sıra bütün zamanlara karşı çıkıp zaman dışı olmayı başaran öteki yazarları nereye koyabilirsiniz bu hengâmede?

Bütün bunlara kimin ne sözü olabilir? Kim buna karşı çıkabilir, kim bu bağlamda söylenenleri elinin tersiyle bir tarafa itip, kendi kafasına göre okuma dogmaları öne sürebilir?

Her eylemli okur, zaten bunları bilir, meşrebine göre okuma geçmişinin de gösterdiği yolda kendince okuma siyasası kurup geliştirebilir, bunu da unutmamak gerekiyor, çünkü eylemli okur, tek başınadır, tüm okumalarını tek başınalıkla yürütür. Başlangıçta kılavuzlar seçip onlara ardıllık yapsa da artık buna gerek duymayacaktır. O bir okuma kuşudur, okudukça kanatları genişleyip okuma dağarını şişirecek yükselecek, yükseldikçe de ayrıntı egemenliği artıp apaçık bir okuma ermişi kesilecektir.

Böylesi okuma ermişi, kendince bir “okunma dünyası” kurmuş, bu yönde bir dizge oluşturup onun içine yerleşmiştir, “okuma kozası” halinde. Öyle ya, kimi yazarları odağına çekip bunlar üzerine bir dünya kurmuştur, ilgiyle karşılarım bunu, ha, ben, bu ermişlerin kararına katılmayabilirim elbette, ancak saygı yetmez, andıkları yazarları neden odağa aldıklarını okur, tartışır, sonuçta bu yargıya katılabilir, hatta bu öne sürüşleri benimseyebilirim de. Doğaldır, karşı da çıkabilir, bu yönde veriler getirip yaslandığım gerekçeleri ortaya da koyarım enine boyuna. Her okuma ermişi kendi okuma gezegenini kurmayı başarmış birer ülke, hatta anakaradır artık.

Herhangi okuma ermişine, kendi okuma dizgesini kuran bu insanlara hiç kimse herhangi bir söz edemez.

Şu da var; egemen düzenin yaydığı, dayattığı metinleri kendi okumaları olarak seçmiş görünen geniş halk kitleleri var. Bu okuryazar yığınları ya da okur kitleleri sanki kendileri bir okuma dünyası kuramazmış gibi dışarıdan dayatılan yargılara dayalı okumalara soyunabiliyor kolaylıkla.

İşte temel sorun burada. Çünkü geniş kitleler, neredeyse aynı kitapları okur hale geliyor, bu da insanların ufkunu açmak yerine daraltıyor, giderek uyar hale gelmesine, sonuçta okurluğun bir kısır döngüde kalıp bir tür okumasızlığa dönüşmesine yol açıyor.

Bu olgu, ezberlenmiş bir okuryazarlık ortaya koyuyor. Okumayı klişeleştiriyor, nitekim okunması gereken pek çok kitap, üstü örtülür ya da görmezden gelinir veya yokmuş muamelesi yaşarken, okura giydirilen bir “taraftarlık” kisvesiyle insanlar, bu yönde bir okuma terbiyesinden geçirilebiliyor ne yazık ki.

İşte tehlikeli olan okuma bu; ardıllık değil, taraftarlık. Oysa herhangi spor takımının, siyasal partinin gözü kapalı “taraftar”ı olmak pek iyi bir şey sayılamaz, bunun gibi okurluk-yazarlığın da taraftarlığı kaldırmayacağı ortada.

Ama gözümüzü çevirip yaşananlara baktığımızda bunun bütün toplumlarda yansımalarını görebiliyoruz. Nitekim ermişlerin yansıttığı ardıl okurluk, gitgide silinir, ortadan kalkarken bir “taraftar okur” türü yayılıyor ve okur olarak anılanlar birer “amigo”ya dönüşüyor.