SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ESKİMİŞ METİNLERİ KALAFATA ÇEKMEK…

ESKİMİŞ METİNLERİ KALAFATA ÇEKMEK…

M.Sadık Aslankara
(17.02.2022 YAZISIDIR.)

“Eskimiş metin” derken, yazıldıktan sonra, pek el değmeden bir kıyıda öylece bırakılmış, derken üzerinden yıllar geçmiş öykü, roman, oyun vb. kurmaca metinleri kastettiğimi belirteyim ilkin.

Bu durumdaki metinleri, bir iki kalem dokunuşuyla ayağa kaldırmak, diriltip kitap halinde ona okunurluk kazandırmak, pek öyle kolay bir iş değil. Nitekim edebiyatta klasik yapıtlar için, “eskimemiş” olduklarının vurgulanışı, boşuna değil. Eskimeyen yapıtlar için “klasik” nitelemesi getirilmez mi, öyleyse buradaki eskimemişlik, “eskimeyen eskimemişlik” oluyor.

Gerçekten de yayımlanışı üzerinden nice yıl geçse bile evrenselliğiyle tazeliğini koruyan, aradan geçen yüzyıllara karşın okurların elden ele geçirip devamlılık kazandırdığı bu tür metinlere “eskimemiş”lik yakıştırabilirken, “el değmeden bir kıyıda öylece bırakılan” metinler için “eskimiş” denilmesi, ister istemez ironik bir eğretileme halinde önümüze gelip şaşkınlık yaratabiliyor. Ama bir gerçek bu.

Böylesi metinleri, aile sandığında kalmış, bir nedenle sonradan ortaya çıktığında insanda hayranlık uyandıran “antik eser” havasında karşılamak da olası elbette. Demek ki klasik metinlerin eskimemişliği yanında “eskimiş metin” deyişi, farklı uçlarda ikili bir anlam dağarıyla karşılayabilir yine de bizi.

Öyle ya, böyle metinler bir mucize kabilinden de gelebilir önümüze, hepimizi çarpabilir, bunun tam tersi bayat bir hava yayabilir, hatta küf kokabilir, bu nedenle tam bir düş kırıklığına dönüşebilir eskimiş metin.

Söz konusu defter, dosya, tomar vb. eğer sandıktan çıkarıldığında  yepyeni bir açılım getiriyor, bununla herkesi etkileyip çekim yaratabiliyorsa sorun yok. Örnek olsun diye açayım, sözgelimi kağnı, ülkemizde artık kullanılmayan, kullanılıyorsa bile işlevsel açıdan herhangi değere karşılık gelmeyen bir taşıt.

Ama siz, bunun üzerinden yine de yepyeni metin yaratabilirsiniz pekâlâ. Demek ki eskimişlik olgusu, kendisini kavramsal boyutta yenileyip böyle de çıkabilir ortaya. Sonradan bulunup ortaya çıkarılan, toplumları kucaklayan kimi yapıtlar bu doğrultuda örneklenebilir.

Ne var ki siz, kalemi bırakmış, diyelim defteri, kâğıtları bir kıyıya atmışsınız, aradan birkaç on yıl gibi ciddi zaman geçmiş, metnin salt herhangi bütünlük taşımasına bakıp, bunu dikkate alıp yayımlamak istiyorsunuz.

İşte bu noktada ciddi bir açmazla karşı karşıya gelebilirsiniz.

Fethi Naci, geçmişte bu tür kitapları kolayca ortaya çıkarır, bu tür yapıtlar için, yazarı tarafından “kalafata çekilmiş” metinler olduğunu söylerdi bunların. Kendi yöresi Karadeniz’den taşıdığını söylediği bu denizcilik teriminin, “onarma, tamir etme” anlamına geldiğini de eklerdi buna ayrıca.

Diyelim bir yazarın çok önceleri kaleme alıp da bir tarafa attığı, sonradan dönüp yeniden eline almadığı eskimiş metni, metinleri, doğrudan söylersek dosyaları var da bunları aradan geçen yıllar sonra gün yüzüne çıkarmayı hedefliyorsa, bunu uzun uzun düşünmek zorunda bana göre. Bunun, kağnı örneğinde olduğu gibi kavramsal bağlamda bir tortu bırakacağını, evrensel değerleriyle kendini göstereceğini öngörüyorsa sorun yok, ama ikircimler taşıyor, bir yazınsal hafriyat yaparak bu eskimiş metnin içinden yepyeni yapıt çıkarmayı hedefliyorsa bunu başaramayabilir.

Böylesi eskimiş metinler, anlatı bağlamında çok farklı sandık lekesi, izi taşıyabilir pekâlâ, ama siz ayırdına varamayabilirsiniz bunun.

İşte o zaman kalafata çektiğiniz eskimiş metin, sizi de kendi içine çekip derinlere götürür.

Böyle durumlarda metni kendi eskimişliğine bırakıp yerinizi korumanız bile başlı başına önem taşıyacaktır.